Faruk Duman ile Söyleşi

Tuğçe Ayteş, Şengül Can, Özlem Şan, Yusuf Turhallı
Sanatın her koşulda devrimci bir yaklaşım sergilediğini net biçimde söyleyebilir miyiz, bilemiyorum. Sanat, sanat üreten kişinin aracıdır. Bununla birlikte, bir kere ortaya konduktan sonra kuşkusuz bir iletişim süreci başlatır.

1. Hem bir yazar hem de editör olarak yazı ile olan bağınız konusunda ne söyleyebilirsiniz?

Çocukluğumda, evimizde bulunan kitaplarla okumaya başladım. Bundan sonra hayatımda kitaplar hiç eksik olmadı, üniversitede kütüphanecilik okudum, askerliğimi kütüphanede yaptım ve sonra kütüphanede, sonra yayınevinde çalıştım… Yazmaya ve okumaya yazgılıymışım diye hissediyorum…

2. Bağ kurduğunuz yazarları, yapıtları öğrenebilir miyiz?

Klasikleri, Türk edebiyatının önemli ustalarını erken yaşlarda okudum. Kimi zaman bu klasiklere döndüğüm, onları ikinci, üçüncü kez okuduğum oluyor. Güncel edebiyatı, eleştiriyi, felsefeyi elimden geldiği kadar takip etmeye çalışıyorum. İnce Memed’i, Karamazov Kardeşler’i, Fareler ve İnsanlar’ı, İhtiyar Adam ve Deniz’i, bunlar gibi pek çok kitabı sayabilirim…

3. Masallar, efsaneler, seyahatnameler, vakanüvisler ve bunlar gibi arkaik metinleri yazın serüveninizde  nereye  koyuyorsunuz?

Masalların ve geleneksel sözlü edebiyatımızdan kaynaklanmış metinlerin bende öncelikle bir okur olarak özel bir yeri vardır. Sonra elbette yazar olarak, yazdığım metinlerde bunların izi sürülebilir. Benim yapmak istediğim, bütünüyle kişisel bir anlatı atmosferi yaratmaktı; okumak, ya da izlemek istediğim hikaye böyle bir şey istiyordu benden… Masalların da, halk hikayelerinin de bu atmosfere katkıda bulunduklarını, hem dil hem manzara olarak bunu yaptıklarını söyleyebilirim.

4. Karakterleriniz doğaya sığınıyor.  Bunu modern şehir hayatından kaçış isteğiyle, doğa özlemiyle mi açıklarsınız yoksa daha panteist bir hal mevcut mu?

Aslında, karakterlerimin doğaya sığındıklarını düşünmedim hiç. Yazmak istediğim öykü atmosferinin o karakterleri yarattığı söylenebilir. Onların hikayelerinin yanında asıl ve çıplak biçimde doğanın yazıldığını da söyleyebiliriz pekala. Saf görünümüyle doğa, bize acaba nasıl bir yazınsal biçim verir; bunu epey bir süreden beri düşündüğümü, yazmaya çalıştığımı söyleyebilirim.

5. Picasso ile bir Nazi subayı arasında geçen ünlü diyaloğa değinmek istiyoruz. Picasso, Nazi işgali altındaki Paris’teyken Guernica'nın fotoğrafını gören bir Nazi subayı kendisine: "Bunu siz mi yaptınız?" diye sorar. Bunun üzerin Picasso: "Hayır, siz yaptınız?" diye cevap verir. Bu cevap sanatın muhalifliği bağlamında değerlendirildiğinde çok önemli bir cevaptır. Çünkü nihayetinde Picasso'ya yöneltilen bu soru Nazi işgali altındaki Paris'te sorulmuştur ve verilen cevap sonucunda Picasso'nun kovuşturmaya uğraması işten bile değildir. Hatta öldürülmesi bile... Bu bağlamda Gezi süreciyle ilgili bir soru sormak istiyoruz. Sanat, tarihsel olarak bir devrimci öz getirir. Değiştirici-dönüştürücü hatta yıkıcı bir öz. Bu öz, ister istemez sanatçıyı muhalif bir tutum benimsemeye zorlar. Keza bunun birçok örneğini Gezi Direnişi’nde de gördük. Sanat sokaktaydı. Sanat-muhalefet ilişkisi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

Sanatın her koşulda devrimci bir yaklaşım sergilediğini net biçimde söyleyebilir miyiz, bilemiyorum. Sanat, sanat üreten kişinin aracıdır. Bununla birlikte, bir kere ortaya konduktan sonra kuşkusuz bir iletişim süreci başlatır. Caddede her gün sokak ressamlarının duvar çalışmalarıyla karşılaşırız sözgelimi… Bu bize yolda yürürken bile sanatın iletişimsel işlevine tanık olabileceğimizi gösterir. Peki bu iletişim ne işe yarar? Düşüncemizi aktarmanın yollarından biri sanattır. Ama bu düşünce her zaman devrime yol açmaz. Devrimci sanat, ancak sizin dediğiniz gibi, örneğin Gezi’de sanatçı sokağa çıktığı zaman söz konusu edilebilir.
 
6. Peki, Gezi Direnişi’nin ilerleyen süreçte sanat üzerine etkileri ne olabilir? Gezi’nin hemen akabinde yayınlanan antolojiler (fotoğraf, resim ,öykü, şiir) üzerine ne düşüyorsunuz?

Gezi bence kendi sanatını yaratmıştır. Kendisi başlı başına bir sanattır. Bunun ardından ortaya kalıcı kişisel yapıtlar çıkar mı, onu zaman gösterir. Bence bunları konuşmak için erken.

7. Gelecekteki  yapıtlarınızda başkahramanı kadın olan bir roman ya da öykü  yazmayı düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum.

8. Seslerde Başka Sesler kitabınızdaki "Uykunun Kuyusundaki Deve" öyküsünde çerçiden bahsediliyor. Çerçilere dair çocukluğunuzla ilgili anlatacak bir anınız var mıdır? 

Taşra kentlerinin vazgeçilmez seyyahlarıdır onlar. Ben o öyküde daha çok Ankara Kalesi’nden edindiğim izlenimleri yazmıştım… Bunların yolu bizim sapa demiryolu mahallemize bile düşerdi zaman zaman.

9. Editörlüğünüze gelelim, bir editör olarak Türkiye’de var olan yayıncılık anlayışı üzerine düşünceleriniz nelerdir?

Bir kere 90’lı yıllardan bugüne yayıncılık çok gelişti, bununla bağlantılı olarak edebiyat dünyamız da çok büyüdü, renklendi… Benim tek kaygım, yayıncılık büyük bir sektöre dönüştükçe, kitapla birlikte edebiyatın has değerlerinin de bir pazarlama nesnesi haline gelmesi. Bu konuda yayıncıların üzerine çok görevler düşüyor.

10. Ya dijital kitap? Dijital kitabın yaygınlaşmasının basılı kitaba etkilerinin olumsuz olacağını, okuma alışkanlıklarını değiştirerek azaltacağını düşünen  bir kesim var. Bu durumu bir editör olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

E-kitabın basılı kitaptan ayrı bir şey olduğunu düşünüyorum. Eco’nun dediği gibi, basılı kitap son formunu almıştır. Kalıcı bir formdur. Bu nedenle varlığını sürdüreceğini düşünüyorum.

11. Günümüz yazını hakkında ne düşünüyorsunuz?  Özellikle öykü desek…

Öykü gittikçe daha çok yazılıyor ve bence niteliği de gittikçe artıyor. Tür olarak, öykü, yazarından apayrı bir emek istiyor. Bunu kuşkusuz roman da istiyor, ama gördüğümüz, roman yazmaya koyulanların öykücüler kadar “sıkı” çalışmadığıdır, bu ne anlama gelir bilemem, ama bana öyle geliyor.

12. Son olarak, son zamanlarda okuduğunuz kitapları ve takip ettiğiniz dergileri sorup söyleşimizi tamamlayalım.

Gaetan Soucy’nin Kefaret romanını okuyorum… Yeni öykü kitaplarını da takip ediyorum, Sarnıç Öykü dergisinin yayın yönetmenliğini de yapıyorum bir yandan, o nedenle hayatım öyküyle geçiyor diyebilirim.