Okura Islık Çalmayı Öğreten Yazar: Faruk Duman

Şengül Can
Öykülerinde masalsı, fantastik atmosferi günlük olanın sıradanlığını, aynılığını bozmak için kullanır. Yazar öykülerinde bakış açısını ters yüz eder. Kimi zaman anlatıcı, kimi zaman kahraman. Olayın içindeki anlatıcı birden uzaklaşır. Kendisine karşıdan bakar.

Ağacın her türlüsünü övmeli
(Keder Atlısı)

 

Faruk Duman'ın öykü evreni

Öyküyü yaşamının içine teyelleyen nadir yazarlardandır Faruk Duman. Aynı zamanda bir öykü işçisidir. Kimi zaman izleklerinin benzer bir alanda gezindiği düşünülse de, her kitabı yeni biçim arayışlarına, bakış açılarına olanak sağlar. Bu nedenle okura sunduğu bu geniş evreni belli noktalardan ele alacağız. Bunlardan biri, yazarın bir izlek olarak da çokça yer verdiği, geçmiş-bellek-zaman üzerinde durulan bölüm. Bir diğeri ise, Türk Mitolojisi, Erken Devir Türk Eserleri ve Şamanist metinlerle kan bağı kurulabilecek nokta. Ayrıca taşrayı canlı bir mekân olarak sahneleyen, izleten yazarın taşraya bakış açısı. Son olarak da yazarın dili kullanma biçimi, Türkçe ile ilgili arayışları ve aynı zamanda dil ile kurduğu diyalektik ilişki.

Faruk Duman’da çift gören bellek

Faruk Duman’ın öykülerinde hayal ile gerçek iç içedir. Bu gerçeklik, biraz düş biraz tarih ile yoğurulup geçmişle baş başa yürür. Ama düş olamayacak kadar gerçek hissettirir bize. Gözü açık düş kurmak gibi. Ya da kendi gerçekliğinde kurulan düşler ve geçmişi yanı başında taşıyan öykülerdir. Yazar geçmişi bir sis perdesi gerisinden anlatır:

“Araba ilerledikçe babamın yaşlandığını anımsadım sonra; saçlarının ağardığını, yüz çizgilerinin derinleştiğini. Sonra, nasıl olduysa artık, arabanın dışında buldum kendimi; babam orada öylece yaşlanıp kalmış; arabanın çevresinde ince bir sis perdesi. Babam da, eski siyah arabası da zararsız bir hayal olmuş ansızın" (SBS, s. 78).

Yazarın öykülerinde buğulu bir çocukluk vardır. Bu durum kimi zaman çocuk anlatıcılar üzerinden yansıtılır. Öykülerde çocuk anlatıcının yeri azımsanacak gibi değildir. Kimi zaman insansız ve devletsiz bir dünyada, doğadaymış gibi özgürcesine yaşanan çocukluktan bahseder. Daha doğrusu böyle bir dünyaya özlemden. Faruk Duman’ı okumak insansız ve devletsiz bir doğada çocuk olup yarışmak gibidir. Koşmak. Sen önden git demek, büyüklük taslamak.

“Sahi nasıldım çocukken? Bazen, kuşkusuz, diyorum, kuşkusuz başka bir elim vardı, başka bir yüzüm. Kuşkusuz o ben değildim. Onlar da şimdi yoktu“ (SBS, s. 85).
Faruk Duman’ın öykülerindeki iç içe geçmiş zamanları, Proust’un zamana bakış açısı üzerinden açıklayabiliriz. Çünkü Duman’da zaman görülen, dokunulan ve hissedilen bir duygudur. Bu durumu Roger Shattuck şöyle değerlendirir:

“Proust zamanı görmemizi sağlamaya çalıştı.” Bir şeyi yalnızca hatırlamak, hatırlanan imge, aynı nesnenin ya da nesnelerin şimdiki zamandaki görüntüsüyle birlikte düşünülmedikçe anlamsızdır. Gözlerimiz gibi belleğimiz de çift görmelidir. (Bİ, s. 52)

Faruk Duman’ın öykü kişileri hem hatırlar hem unutur. Öyle davranır. Aynen öyle. Geçmişe saplanıp kalmaz. Bu nedenle özgündür.

Amacımız edebiyat: Doğadan öyküye evrilen yol

İlk öykülerinden itibaren doğayı canlı bir varlık olarak görme eğilimi mevcuttur. Bu durumu Türk-İslam mitolojisinde aramak yerinde olur. Öyle ki, Faruk Duman, Doğu mitolojisine öykü ve edebiyat gözüyle yaklaşır. Gerçek bir öykücü olan Duman her bilgiden öyküye giden yeni yollar keşfetmiştir. Ama varılmak istenen yer öyküdür. Amacımız ise edebiyat.

"Bir atla karşılaşan bir adam. Kır, uzun kirpikli bir at ve onu elde etmek için canını dişine takmış bir adam. Aşktan fazla" (AD, s. 86).

Faruk Duman’ın öykülerinde hayvan figürleri oldukça geniş yer edinmiştir. Bunlardan ön plana çıkanlar ise at ve at ile ilişkili olarak geyiktir. Bu iki hayvan aynı zamanda erken Türk devrinden beri totem olarak önemli bir yere sahiptir. Budizm, Şamanizm ve İslamiyet dönemlerinde de bu durum devam etmiş. Zaman zaman hayvanlara kutsiyet atfedilirken, zaman zaman onların içinde bir insan ruhu taşıdıkları, iyiliğin ve kötülüğün kaynağı oldukları düşüncesi ön plana çıkmıştır. Mesela atın Şamanizm’de önemli bir yeri vardır. At ilk olarak sahibiyle özdeşleşmiştir. Şaman atıyla gökyüzüne çıkar, yer altına iner. Öteki dünyalara yolculuk yapar:

“Şamanist törenlerde at şamanın gökyüzüne çıkacağı bineği ve kurbanlık hayvan olarak önem kazanmıştır. Şamanın davulu da hemen hemen her zaman at olarak nitelendirilmiştir. Çoğu kere Göktanrı’nın simgelerinden biri olarak önem kazanmakta ve kurban olarak da ona sunulmaktadır. Şaman at yardımıyla yer altına ya da öteki dünyaya geçebildiği için ölümün de simgesidir“ (TMA, s. 144).

Faruk Duman’ın öykülerinde sıkça yer alan bir diğer hayvan ise kedidir. Kedi de Erken Dönem Türk mitolojisinden itibaren önemli bir semboldür. Türkçe edebiyatta sıkça söz konusu edilen bu hayvan mitolojide daha çok alegorik olarak kullanılır. Ecel, ölüm, kader sıkça başvurulan örneklerdir. Bunun yanında olumlu ve olumsuz kullanımları mevcuttur. Bir Özbek halk kahramanlık destanında Alpamış şunları söyler:

“İnden çıkıp kedi ile oynar,
Ecel yaklaşmışsa fareye” (TMA, s. 167)
Faruk Duman’ın öykülerinde av da önemli bir izlektir. Avcı avladığı hayvana saygı duyar. Zaman zaman onun kılığına girer. Türk mitolojisinde yaygın olan bu durum da avın verimliliğini ve zenginliğini sağlamak için çeşitli ruhlara inanılır:
“Bu ruhlar dağ ve orman ruhlarıdır. Avcılar bu varlıkların av sırasında kendilerini koruduğuna inanmaktaydılar“ (TMA, s. 166)

Av Türk mitolojisinde bir külttür. Av hayvanları avcıları bazen yeraltı dünyasına çekeceği gibi (yeraltı dünyası Göktanrı inancında ölümü ve kötülüğü simgeler) bazen de iyi ruhu temsil ederek göksel olana yöneltir. Çünkü her hayvanın bir ruhu olduğuna inanılır. Divanü Lügati’t Türk’de Kaşgarlı Mahmut avcıya yardım eden hayvanlardan bahseder.

“Doğanı alıp küheylana binerek dağ keçisine erişir, geyik avlar, tazıyı salıverip tilkiyi yakalar. (Eline doğanı alır, Küheylan atına binerek dağ keçisine erişi; uzun kulaklı, ince belli köpeklerle tilkiler avlar” (TMA, s. 170)

Taşraya bakış açısı: Toprağın maddesi nedir?

Karamsar köy psikolojisini yoran bir doğaya yöneliş vardır. Taşra sıkıntısı artık doğayı anlamaya çalışan bir bilgeliğe dönüşür Faruk Duman’ın öykülerinde. Ağaçların, hayvanların, doğanın, taşların dilini çözmek. Baykuş Virane Sever adlı kitabın ilk öyküsünde taşrada kitaplarla ilk temastan bahseder. Babanın ve toplumun kitaplara bakış açısı. Aslında herhangi bir taşralı aileyle karşılaşırız. Hikâyesi de değişmez Anadolu’nun. Aynı hikâye farklı zaman ve farklı yüzler. Fakat, taşra Faruk Duman’ın öykülerinde sadece bir mekân olmaktan çıkar. Yazarın mekân ile kurduğu ilişkiyi, Belleğin İzi adlı eserdeki şu ifadeyle ilişkilendirmek mümkündür:

“Hasta ve bitkin halde kendisini odasına hapsetti ve böyle yapmakla mekânlardan oluşan bir dünyayı korumuş oldu” (Bİ, s. 49)

Faruk Duman’da bu mekân dış dünyadır. Mekânlardan oluşan bir öykü evreni yaratır. Figür-fon ilişkisini ters yüz eder. Kimi zaman fon devleşir, figürleşir. Bunun yanında genel anlamda bir taşra sıkıntısı da söz konusu edilir öykülerde. Ama yazar bunu kendine özgü kılmayı başarmıştır. Kişiler doğanın içinde bir yol alma halindedir. Bu yolculuk ve yollara dönüşen yaşamlar çok boyutlu okumalara açıktır.

“Nasıl sıkılmaz, bozkır nasıl da umutsuzca upuzun, sarı. Bitmeyecekmiş gibi" (AD, s. 82).

Faruk Duman öykülerinde sıradan bir olay dahi çok boyutlu olarak anlatılır. Olay, ses, koku, tat, his. Adeta okurun karşısına bir görüntü çıkartılır. Belleğin ve dilin sınırlarını zorlar. Sınırlarında gezinir.

“Zürafa aklında tutamaz. Ama bazı görüntüler hiç gitmiyor. Aklında olmasa da gözünde biriktiriyor“ (BVS, s. 88)

Bu görüntü kimi zaman Nuri Bilge Ceylan’ın taşra sıkıntısını konu edindiği filmlerini getirir akla. Keder Atlısı, Baykuş Virane Sever adlı kitaplarındaki öykülerde yoğun olarak taşradaki yaşam ve bu yaşamdan memnuniyetsiz kişiler varsa da birçok öyküsünde taşraya olumlu bakış açısı söz konusudur. Yazarın doğa ile kurduğu bağ, modern insanı etkiler. Çünkü Duman’ın anlattığı duygular kent insanına yabancıdır. Hayvanlarla kurulan ilişki, doğanın uçsuz bucaksızlığı, gökyüzünün derinliği. Toprağın rengi. Toprağın neden yapıldığı. Maddesi. Onun öykülerinde toprağa değen her şey, topraktan olur. Evet, Faruk Duman’ın öykülerinde kar yolları kapatır, kıştır. Ama karın bir de aydınlığı vardır:

“Ama kar aydınlığı vardı, fırtına hafiflemişti” (BVS, s.  64)

Metropol insanı, sıkışıp kaldığı toplu konutlarda, trafikte, büyük şehrin keşmekeşinde bu duyguları hissedemez. Faruk Duman’ın öykülerinde taşraya uzaktan bir bakış söz konusu değildir. Özellikle izlek olarak yer edinen çocukluk, zaten doğanın içinde var olmanın, içine doğmanın bir göstergesidir. Duman’da çocukluk taşradan henüz çıkmamıştır. Kişiler sürekli bir yolculuk halinde olmalarına rağmen. Bu bakımdan Duman’ın öykülerinde anlattığı taşra Semih Kaplanoğlu’nun filmlerindeki taşraya olumlu bakış açısına daha yakın bir yerde durur. Faruk Duman’ın metinlerinde merkez yoktur, merkez olmadığı için taşra da yoktur aslında. Onun metinlerinde kişilerin doğduğu, büyüdüğü, özlediği mekân olarak yer edinir. Kimi zaman bu kişiler, merkezdekilerin taşra dedikleri bu yerden hiç çıkmazlar aslında. Bu konuda Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi dikkate değerdir. Taşra ile kurduğu ilişkiyi Kaplanoğlu bir söyleşisinde şöyle dile getirir:

“Taşra dediğiniz zaman, merkezdeki adam için bir ayrılık duygusu ifade eder. Ev, gerçek ev, doğduğu eve tekabül eder. Mesela Fransız bir düşünür var, Gaston Bachelard. O diyor ki 'insan ömrü boyunca aslında hep doğduğu evi arar.' Doğduğu evin biçimine, yeni doğduğu, yeni gittiği, yeni taşındığı ya da yeniden hayata başladığı başka evlerde o evin düzenini kurmaya çalışır aslında. Bütün huzuru ve huzursuzluğu o evi bulup bulmamasıyla, o eve uzaklığı ve yakınlığıyla ilgilidir. Ben de buna bir şekilde katılıyorum.”

Masalsı Dil ve Türkçe Evreni

Edebiyatla yoğurulmuş bir taşra dili. Edebiyatın seçkinliği dile yansır. Hem kılı kırk yararcasına özenle seçilmiş sözcükler hem de bir o kadar tanıdık, içten ve yalın. Taşradan deyimlerle, atasözleriyle, yöresel ağızlarla kurulmuş zengin bir üst dil: Nuh demek peygamber dememek, boyu devrilmek, ayaklarına kara sular inmek.
Taşraya çıkan yazgılar. Yazgı, Türkçe bir sözcük. Yazmak eyleminden gelir. Türkçe’nin arkaik dönemleri. Birkaç örnek:

Koygun, usum, tınsık, çağırdak, çemremiş, aklını kaldırmak, kunim, andızotları, girdikte, durdukta.

Faruk Duman’da dil Çehov’un öykülerindeki tüfek gibidir. Ne bir sözcük fazla ne bir sözcük eksik. Terazisi hiç şaşırmaz. Ama bağlamda bu yalın sözcükler devleşir. Böylece Faruk Duman’da dil açılır, genişler, sabit kalmaz. Söylendikçe yayılır, yankılanır.

“Duvarda asılı bir tüfek patladı patlayacak diye geçiriyorum içimden. Bir yandan da elimde düşünüyorum tüfeği" (SBS, s. 25).

Öykülerinde masalsı, fantastik atmosferi günlük olanın sıradanlığını, aynılığını bozmak için kullanır. Yazar öykülerinde bakış açısını ters yüz eder. Kimi zaman anlatıcı, kimi zaman kahraman. Olayın içindeki anlatıcı birden uzaklaşır. Kendisine karşıdan bakar. Aslında anlatıcı değişmiştir. Ama bu geçişler, sakin ve dingindir. Kopukluk yaratmaz. Bu nedenle okuyucu bunu sonradan, bütüne bakarak keşfeder. Öyküler bütününe bakılarak tek tek var olan öykülerdir. Bütünündeki ses ile tamamlanır; fısıltılar, noktalı virgüller, üç noktalar. Her öykü duvara atılan bir çentiktir ya da gün gelir lazım olur diye kenara iliştirilen bir kibrit çöpü. Faruk Duman insanın gerçeğini naifçe dile getirir. Hem de bu gerçek öyle yenilir, yutulur cinsten değil. 

“İnsanın içinde her şey vardır. İnsandan her şeyi beklemeli. Dünya üstünde insanın yapamayacağı şey yok” (BVS, s. 71).

Kaynaklar:

- Duman, Faruk, Seslerde Başka Sesler (SBS), 2. Baskı, Can Yayınları, 2004
- Duman, Faruk, Keder Atlısı (KA), 1. Baskı, Can Yayınları, 2004
- Duman, Faruk, Av Dönüşleri (AD), 2. Baskı, Can Yayınları, 2008
- Duman, Faruk, Sencer ile Yusufçuk (SİY), 1. Baskı, Can Yayınları, 2009
- Duman, Faruk, Nar Kitabı (NK), 2. Baskı, Can Yayınları, 2012
- Duman, Faruk, Baykuş Virane Sever (BVS), 1. Baskı, Can Yayınları, 2013
- Çoruhlu, Yaşar, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, 2. Baskı, Kabalcı Yay. 2006
- Schacter, Daniel L., çev. Eda Özgül, Belleğin İzinde (Bİ), 1. Baskı, YKY, 2010.