Ve Ceren, Hüzünle Kaybolur...

Tuğçe Ayteş
Ceren’e gösterilen şiddet altında istenmeyen bir evlat olması ve Ceren’in (belki de kendini teselli etmek için) anlattığı karanlık korkusu yatıyor görünse de bir kadın olarak doğudan kurban, av, et olması yatıyor.

Arada bir yerlerde bir şeyler oluyordu. Bir hayvanın, sözgelimi bir sincabın canı yanıyordu.” Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur Faruk Duman’ın son çıkan romanı. Kitap hakkında birçok inceleme ve röportaj internette veya basılı olarak bulunabilir. Kitap hakkında çıkan yazıları bulabildiğimce okumaya çalıştım. Bu yazılarda çok fazla üstünde durulmayan bir karakteri irdelemek isterim: Ceren…

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur Faruk Duman’ın diğer eserleri gibi masalsı bir roman. Röportajlarda Faruk Duman, eserlerinde bulunan bu masalsı havanın, çok net hatırlayamadığı çocukluğunu ararken kullandığı ifadelerden kaynaklandığını söylüyor. Faruk Duman romanlarında karşılaşacağınız sözcüklerden biri sis. Halk hikayeleri esintilerinin modern bir dille yoğrulmasının yanı sıra hayvanlar ve bitkiler alemine panteist bir yaklaşım da değinebileceğimiz ayrıntılardan. Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur da bu ayrıntıları içinde barındırıyor.

Öncelikle kitabın küçük bir özetiyle başlayalım. Başkarakterin babası o küçükken vefat etmiş, annesiyle yaşıyor, askerliğini yapmış ve travmatik anıları var, yüksekokulu yarıda bırakıp memleketine geri dönmüş, başvurduğu işlere vasıflı diye alınmıyor. Epey yalnız hissediyor, sürekli ormanda vakit geçiyor, orada efsanelerde adı geçen parsla karşılaşıyor. Parsa karşı hem korku hem saygı besliyor. Bir gün ormanın başka köşesinde yer alan bir evde gördüğü kıza aşık oluyor: Ceren… Olaylar başkarakterin gözünden anlatıldığı için Ceren’i ikinci elden tanıyoruz. Bu yazı onu ve bulunduğu durumu yakından tanıma çabası.
En başta, Ceren’in adının anlamı “ceylan”. Ceylanın kendisi korunmasız bir hayvandır ve korumasız, kırılgan, masum, narin genç bir kadından bahsederken “ceylan gibi” deriz. Ceren de bir ceylan gibi korumasız. Ceren bir kurban, bir av, bir et. Sürekli olarak abisi ve babasının fiziksel ve ruhsal şiddetine maruz kalıyor. Abiyle babanın erkekliği “avcılık”la vurgulanıyor. Ceren ancak onlar ormanda ava çıktıklarında evde yalnız kalabiliyor ve genel olarak ev işleriyle ilgileniyor. Elbette başkahramanla tanışana kadar.

Başkarakterin rolü

Başkahramanın Ceren’e hisleri derinleştikçe parsa bakış açısı da değişiyor. Başta ona hem korku hem de hayranlık duysa da onu avlamak istiyor. Ceren’le ilişkisinin ilerlemesiyle parsla adeta bütünleşiyor, onunla arkadaş olduğuna inanıyor. Sadece parsla değil parsın avlarıyla da bir paralellik var. Pars ormanda bir ceylan avlıyor ve başkarakter buna bizzat şahit oluyor. “Sonra homurtuları duydum. Başımı kaldırıp bakınca, çalıların arasında, parsın, bir ceylanı yemekte olduğunu anladım. Beni görünce yemeyi bıraktı, ağzı, yüzü kan içindeydi.” (VBPHK, s. 61) Ama pars başkarakterin öğününe ortak olmayacağını anladığında avını yemeğe devam eder. “Parsın yeniden ceylana eğildiğini, kanlı öğününe devam ettiğini, yükselen homurtudan anladım.” (VBPHK, s. 62)

Babasından kalma tüfeği almaya birkaç kere niyetlense de sadece en sonda Ceren’le kaçarlarken alır. Bir deneme: “Derken, gözüm duvarda asılı tüfeğe ilişti. … Babamın elinde bir-iki kez görmüşlüğüm vardı. … Uzandım tüfeğe. Ama kararsızlıkla, öyle elim havada kalakaldım. Zaten tam o sırada annemin öksürdüğünü duydum.” (VBPHK, s. 59-60) Bir başka deneme: “Kızın memelerinin kanamaya başladığını görünce artık daha fazla dayanamayacağımı anladım, gidip evden babamın tüfeğini alsam, diye geçirdim içimden. Telaşla pencereden uzaklaştım. Ama o zaman tüfeğin yıllardır kullanılmadığı geldi aklıma. Üstelik, ben gidip dönünceye dek kız ölebilirdi de.” (VBPHK, s. 72)

Romanın sonunda, annesinin aslında ölmüş olduğunu öğrense de yaşlı kadın Ceren’le son kez başkahramanın zihninden konuşur. “Cerenim,” dedi, “üzülme, bizim oğlan seni böyle de sever dememiş miydim ben sana? Bak şimdi seni o zalimlerden nasıl kurtaracak, göreceksin.” (VBPHK, s. 89) Yani başkarakterden Ceren’in kurtarıcısı olması istenir, daha doğrusu o kendini öyle görür.

Başkarakter Ceren’i kurtarmak istiyor ama işi zor. Çünkü hem açıkça hem de örtülü olarak erkekliğin bütün maço özellikleriyle tarif edilen bu erkekler karşısında yumuşak huylu, erkeklerle pek ilişki kuramamış, annesiyle büyümüş ve eğitim görmüş bu melankolik erkeğin fiziksel kuvvet açısından yapabileceği pek bir şey yoktur. Ama aşkının ve orman bilgisinin ona verdiği cesaret vardır. Bu yüzden ve Ceren’in şiddet görmesine dayanamadığı için onu kurtarmak ister. Kurtarmaktan kasıt olarak önce Ceren'i istemeye gitse de evin erkeklerinden dayak yer, abi muhtemelen kardeşine karşı ensest duygular beslemektedir ve onu başka bir erkeğe bırakmaya razı olmaz. İşbirliği yapabileceği tek alan kalmıştır: Ceren’le ormana kaçmak.

Başkarakterin üç yönlü ilişkisi bu ilişkiye şekil veriyor. Ceren’den önce neredeyse tüm zamanını doğada geçiriyor ve hayvanları insanlara tercih ediyor. Kadınlarla annesi dışında neredeyse ilişkisi olmamış, zaten Ceren’de de yer yer annesini arıyormuşçasına ipuçları bulabiliyoruz. Onu diğer erkek karakterlerden farklı kılan bir yönü de erkeklerle ilişkisi. Babasının olgun, kederli, konuşmayan, uykucu bir adam olduğundan ve kendiyle pek konuşmadığından bahsediyor. Erkeklerle de yakın bir ilişkisi yok.

Ceren’in durumu

Ceren’in hem fiziksel hem de psikolojik şiddet gördüğünden bahsetmiştik. Her iki şiddete de giren cinsel şiddet roman boyunca oldukça vurgulanıyor. Abisinin ona ensest bir ilgisi var, ilişki ima edilse de dayak açıkça anlatılıyor:

“İçeriyi zorlukla da olsa görebiliyordum. Oğlan önce eğildi, ellerini beline koyarak kıza bir şeyler söyledi. Onun söylediklerinden, o sırada bağırdığı için, ‘Allah belanı versin’i duyabildim yalnız. Çocuğun elinde bir halat vardı. Halatı iki ucunda iki ayrı düğüm meydana getirecek şekilde bağladı, sonra bu düğümleri kızın ellerinden bileklerine geçirdi. İyice sıktı, derken ipin orta kısmını kızın karyolasının başlığına bağladı. Kız kıpırdayamaz oldu, Orada öylece, yine de dehşet belirtisi göstermeden yattı.

Bundan sonra, yüzünü çok az görebildiğim çocuk, ansızın değişti. Ellerinin titremesi, omuzlarının dikliği azaldı. Rahatladığı, adeta derin bir nefes aldığı ayak uçlarından bile anlaşılıyordu. Kızın üzerine eğildi. Duvarda bir gaz lambası duruyordu.

Eğilip kızı alnından öptü. Sonra sol yanağına uzandı; kızın ak, dokunsan kanayacak yanağını da uzun uzun öptü.” (VBPHK, s. 40)

Ceren’in bu şiddete karşı kayda değer bir tepkisi yoktur. “Kız bağırmıyor, ağlamıyor, sanki kapatılmış ağzıyla konuşuyordu. Öyle zannediyordum. Bir oflayış, bir inilti yükseliyordu. Elbette cılız, belli belirsiz bir sesti bu.” (VBPHK, s. 40) Adeta işkencenin bitmesini bekler, çok uzun sürmeyeceğini bilir. “[Abisi] Neden sonra doğruldu. Yorganı kardeşinin üzerine çekti. Sonra, gidip gaz lambasını kısmadan önce, ansızın, yeniden elleri titredi. Kıza bir kez vurdu. Ama bunu yalnızca bir kez yaptı.” (VBPHK, s. 41-42)

Abi Ceren’i cezalandırırken onun özellikle kadınlık organlarına yönelir, özellikle kadınlığına saldırmak ister gibidir. “Derken çocuk belinden kemerini çıkardı. Babası da gidip -oysa onun sesini kim duyabilirdi- kızın ağzını tülbentle bağladı. Sonra dayak başladı. Kemer inip kalkıyor, indiği yerde iz bırakıyordu. Kız gözlerini kapatmıştı. Her seferinde acıyla sıçrıyor, dizlerini karnına çekmeye çalışıyordu. Ama bunu yapamıyordu. Oğlan kızın çıplak göğüslerini kemerle dövüyordu.” (VBPHK, s. 71) Kızı giyinik dövmeyi tercih etmez, ille kıyafetini de çıkarıp çıplak tenine indirir darbeleri. “Kızı görmüyordum ben. Ama oğlan benim görebileceğim bir yerde durdu ve yeleği uzatarak bağırmaya başladı. Babası da kalkmıştı yerinden. Epeyce bağrıştıktan sonra birlikte kızı tutup odasına, yani tam gözümün önüne getirdiler. Kız sakin görünüyordu. Yatağa bağlanırken, elbisesi çıkartılırken de öyleydi, ana babası tarafından uykuya hazırlanan bir çocuk gibi görünüyordu.” (VBPHK, s. 71)

Abisi Ceren’i hiç acımadan taciz etse ve dövse de erkekliğini boşalttıktan sonra ona kıyamaz. Üşüyorum dediğinde onu odasına götürüp üstünü örter. Bunun altında da yine cinsellik yatmaktadır. “Gerçekten çocuk, içeri girdikten sonra bana hiç bakmadı; kızın odasına geçti, bir süre kardeşinin başında bekledi. Sonra usul usul eğilerek çarşafı kaldırdı, elini kızın bacaklarında gezdirdi, sonra karnına soktu.” (VBPHK, s. 84) Ceren soğuktan irkilse de artık uyanmayacak kadar normalleştirmiştir bu durumu.

Ceren evde çok yalnızdır, sadece fiziksel olarak değil ruhsal olarak da. Bu yalnızlıkla onun en yakından tanıdığı iki insana o kadar konsantre olmuştur ki onları zihniyle takip edebildiğine inanmaktadır. “İşte, ancak derenin bu yanına kadar götürüyorlar. Onu da şeyden, yani, hava almam gerekiyormuş, ondan. Ama ben burada o kadar çok yalnız kaldım ve onların neler yaptığını o kadar çok düşündüm ki, artık ne zaman nerede olduklarını bile biliyorum.” (VBPHK, s. 64)

Ceren’in annesi yoktur, görünüşe göre istenmeyen evlattır. Baskı altındadır, cinsel tacize uğrar, yine de itaatkarlığından vazgeçmez ve yine de dayak yer, hala itaate devam eder. Erkekler av için evden ayrıldıktan sonra evin işlerini halleder. Bir kurtarıcı bekler gibidir. Başkarakter çıkageldiğinde kurtarıcısının o olduğuna inanır ve abisiyle babası av için dışarıdayken kurtarıcısını evine alma, daha sonra da ona kaçma cesaretini gösterir.

Ceren başkaraktere güçlü görünmeye çalışmaktadır. Belki acemilik, belki kurtarıcısını kaçırmamak, belki kendisinin göründüğü kadar zayıf olmadığını kanıtlama. Çünkü güçlülük iddiası, “Ben ağlamıyorum” ve kırdığı odunları başkarakterin taşımasını “Daha neler taşırım ben” diyerek durumu geçiştirmesinden ibarettir. Asıl sorunu çözmekten uzaktır.

Ekofeminist yorum

“Seni niye yatağa bağlıyorlar?” diye sordum.
“Karanlıktan korktuğumu zannediyorlar,” dedi.
“Ama bunu nereden çıkarmışlar?” dedim öfkeye kapılarak.
“Ben söyledim, dedi, “kaplan beni yediği zaman. Geceleyin yemişti, şuradan.”
Dizini göstererek söyledi bunu.
“O zamanlar, gerçekten de korkuyorum. Ama şimdi öyle değil.” (VBPHK, s. 67)

Ceren gördüğü şiddete bahane de arıyor olabilir. Ama burada önemli bir husus var. Daha önce de değinildiği gibi Ceren bir av, bir et. Av önemli bir göstergedir. Avlanmak ve hayvan eti yemek erkeklikle, ekip biçmek ve bitki yemek de kadınlıkla özdeşleştirilir. Burada, aşırı yorumdan kaçınarak, ekofeminizme değinmek yerinde olabilir.

Carol J. Adams’ın Etin Cinsel Politikası’nda lügata kattığı bir terim var: kayıp gönderge. Örneğin, et dediğimizde onun bir zamanlar bir hayvana ait olduğunu unutup soyutlarız. Hatta hayvan etini daha küçük parçalara bölerek onu özünden daha fazla uzaklaştırırız. But, göğüs, antrikot. Kadın vücudunda da böyle parçalara ayırma vardır. Reklam panolarında kadının bütününü değil göğsünü veya kalçalarını görürüz. Onun bir kadın olduğu görenlere unutturulur. Bütün bunların altında yatan gerçek sorumluların kim olduğunaysa hiç rastlamayız. Onlar kayıp göndergedir. Şu kadar kadın şiddet gördü, şu kadar kadın öldürüldü diye istatistik sunulurken bunu yapan erkekler, daha belirli olarak ataerkil sistem kayıp göndergedir. Ceren’in gördüğü şiddetin en temelinde ne karanlık korkusu ne de istenmeyen evlat olması yatar. Onlar sadece işin bahanesidir. “Feminist yorumlamanın merceğinden bakarsak, hayvanın etin öyküsündeki konumunun, kadının geleneksel ataerkil anlatıdaki konumu olduğunu görebiliriz; o sahip olunacak nesnedir.” (ECP, s. 186)

Ceren’in babası ve abisinin sürekli ava çıktığından bahsetmiştik. Bunu biraz açabiliriz. “Avlanma et yemenin ikinci aşamasıdır. Et evcilleştirilmemiş hayvanlardan elde edildiğinde, dişilleştirilmiş proteine büyük bir bağımlılık yoktur.” (ECP, s. 165) Pars evcilleştirilmemiş bir hayvandır, yabanidir, o yüzden erkeklik vurgusu için caziptir. Kadınlar hareketsiz ve korumasız olan bitkiyle özdeşleştirilir, bitkiyle beslenmek de kadınsı görülür. Babayla abi tüfeklerini alıp ava çıktıklarında Ceren evde kalıp ev işlerini halleder. Ev işlerine baltayla odun kırıp taşımak da dahildir ki Ceren bunu başkaraktere daha güçlü görünmek için kullanır. Ceren başkarakterle ilk tanışmasını anlatırken onu kurtardıklarında başının altına ottan bir yastık koyduğunu söyler. (Bitkilerle, ormanla haşır neşir olan bir başka karakter de diğer kadın karakter olan annedir.)  “Bitki kelimesi kadınların edilgenliğiyle eşanlamlıymış gibi kullanılır çünkü kadınların bitkiler gibi olduğu varsayılır. Hegel bunu alenen ifade eder: ‘Erkeklerle kadınlar arasındaki fark hayvanlarla bitkiler arasındakine benzer. Erkekler nasıl hayvanlara karşılık geliyorsa, kadınlar da bitkilere denk düşer; çünkü kadınların gelişimi daha uysaldır.’ Bu açıdan bakıldığında, kadınlar da bitkiler de, erkekler ve etten daha az gelişmiş ve evrimleşmiş görülür. Sonuçta kadınlar uysal oldukları için bitki yiyebilirler ama aktif erkekler hayvan etine ihtiyaç duyar.” (ECP, s. 93)

Babayla abi Ceren’i baskı altında tutmaktadır ama onlar ava gittiklerinde Ceren’in evde durması için somut bir neden yoktur. Bir yerde bir şekilde bulunmaktan çok, o zamana kadar götürüldüğü dere kıyısını aşmaktan çekinmektedir. “Sanayileşmiş Batı dünyasının kadınları, bugün aslında modern bir hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibidir. Demir parmaklıklar yok. Kafesler de görünüşe göre yasaklanmış. Yine de uygulamada kadınlar, en az hayvanların çitlerin ardında tutulması kadar sıkı bir disiplinle yerlerinde tutulmaktadır.” (ECP, s. 313) Ceren, avcı bir babayla abinin hayvanat bahçesinde görünmez bir kafese hapsedilmiştir ve kendini parsla özdeşleştiren kurtarıcısıyla tanıştıktan sonra bunu aşmaya cesaret edebilir.  “Ataerkil kültürdeki kadınlara özgü başka kaygılar da var; çünkü yutulan da biziz, yutan da; tüketici de biziz, tüketen de.” (ECP, s. 341)

Biraz Freud

Romanda erkekler avcı olarak betimlenir, tüfek taşır. Kadınlar evde oturur ve ormanla yakınlık kurulur. Ceren’in babasıyla abisi her gün tüfeklerini kaptıkları gibi ava çıkarlar. Başkarakterin rahmetli babasının duvarda asılı emektar bir tüfeği vardır. Başkarakter roman boyunca onu almakla almamak arasında kalır, sonunda alır. Başkarakter anneyi genelde evin içinde anlatır ve işin ilginç yanı annesinin ormanı besleyip büyüttüğünü söyler. “Bütün bu ağaçları, bu meyve cennetini, bu güzel koruyu nasıl besleyip büyüttüğünü anlatırdı annem.” (VBPHK, s. 50) Başkarakter ormandan çıkmamaktadır. Romanın sonunda Ceren’den annesinin öldüğünü öğrenir. Sürekli evde olan ve sonra ormana kaçan Ceren annesinin yerini alır. Yazının haddini aşmadan, tüfeğin fallus, ev ve ormanın da rahmi sembolize ettiğine dair Freudyen bir çıkarımda da bulunabiliriz. “Bu sırada, bilmem ne zaman kalkıp kızın ayak uçlarına eğilmiştim. Önünde diz çökmüş, elini ellerimin arasına almıştım. Hatta, ben orada, onun önünde diz çökünce o da bacaklarını açarak kendisine iyice yaklaşmama olanak tanımıştı. Önünde küçüldüğümü hissettim. O, sanki beni az önce doğurmuştu.” (VBPHK, s. 69) Başkarakter, Ceren’i annesiyle özdeşleştirdiğini inkar etmiyor gibi, ne dersiniz?

Mutlu son?

Romanın başkarakterin ağzından anlatılması Ceren’in gördüğü şiddet hakkında birebir duygu ve düşüncelerini öğrenmemizin önüne geçiyor. Ama bu konuda başkarakterin yapabileceği bir şey yok, sevdiği kadını kendi çerçevesinden anlatmaya çalışıyor. Romanın bir yerinde, başkarakterden önemli bir tahmin gelir. Ceren, nüfusa hiç kaydedilmemiş olabilir, varlığından hiçbir kurumun haberi olmayabilir. “Kasabaya inmediği, kenti belki hiç görmediği anlaşılıyordu. Belki oralarda, devletin oturup doğanı öleni kaydettiği o tozlu odalarda bu kız hakkında en ufak bir bilgi bile yoktu.” (VBPHK, s. 46) Yine de Ceren’in onu eve alacak irade ve cesareti olmasına şaşırır. “Devletin habersiz olduğu bir kız, diye düşündüm. Fazla beyaz, insanın aklında kalacak kadar beyaz. Burada, yapayalnız evde böyle kendi halinde bir kızın beni babasından ve abisinden gizli böyle rahatlıkla eve alabileceğini düşünebilir miydim? Kuşkusuz, aklımdan bile geçmezdi bu.” (VBPHK, s. 46) Romanın ilerleyen sayfalarında da Ceren’in gücünden şüphe eder. “Güçlü, dünyanın her yanını aynı anda dinleyebilen bir kız. Ancak o yine de başka zayıflıklar taşıyordu içinde.” (VBPHK, s. 81) Romanın ancak en sonunda Ceren’in gücünden emin olabilir. “Kızın yüzüne baktım. Belki benden daha çok dayak yemişti, ama güçlü görünüyordu. Dahası, bir yenilik, bir başkalık vardı yüzünde. Daha önce sözünü ettiğim o zayıflığını yenmiş gibiydi. Yediği dayakla güçlenmiş olabilir miydi?” (VBPHK, s. 88)

Ceren’e gösterilen şiddet altında istenmeyen bir evlat olması ve Ceren’in (belki de kendini teselli etmek için) anlattığı karanlık korkusu yatıyor görünse de bir kadın olarak doğudan kurban, av, et olması yatıyor. Ceren karşılık vermeyi bilmiyor ya da karşılık verse bunun kendine zararı dokunacağını düşünüyor. O yüzden, ancak kurtarıcısı ortaya çıktığında bulunduğu durumdan kaçma cesaretini gösterebiliyor. Romanın sonlarına doğru ormanda başkarakter Rapunzel masalını anlatıyor. Bu masalda olduğu gibi Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur’da da bir kadının kaderine erkekler karar veriyor. Carol J. Adams, Teresa de Lauretis’ten şöyle bir alıntı yapar. “Evlendirilecek bir prensesin olmadığı hiçbir masal yoktur.”

Sonuç

Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur, Faruk Duman'ın masalsı ve  gerçekten etkileyici bir romanı. Ayrıca modern edebiyatımıza armağan edilmiş güzel eserlerden. Ama Ceren üzerine düşünmek gerekiyor. Sadece bu romanı değil genel olarak edebiyatımızı, hatta (Rapunzel örneğini de unutmazsak) dünya edebiyatını göz önünde bulundurursak, kadın karakterlerin büyük çoğunluğu kendi kaderini tayin edemiyor, kendi varlığını vurgulayamıyor, yine eyleyen değil eylenen oluyor. Bu noktada, edebiyat eserlerinin dönüştürücü etkisi yadsınamaz. Ne kadar çok eserde kadın öykü karakterlerine etkin roller verilirse o kadar olumlu sonuçlar elde edilir. Zaman, dönüşüm zamanı!

Kaynaklar:
1. Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur (VBPHK), Faruk Duman, Can Yayınları, 2012.
2. Etin Cinsel Politikası (ECP), Carol J. Adams, çev. G. Tezcan & M. E. Boyacıoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2013.