Arzu

Bekir Abin
Arzu

Arzu

Ayfer Feriha Nujen

Sabah erken kalktım. Bir kişiyi mahkemeye sevk ettim. Bir kadının, kız kardeşi tarafından, annesinin kendisinden kaçırılarak; gösterilmediğinden bahisle dem vurmasını dinledim. Senden sonra iki çay daha içtim. On üç lira harcadım. Bir alışveriş merkezi, bir resmi kurum gezdim. Bir çiçeğin resmini çektim. Bir asker bana tuvaletin yerini sordu. Bir düğüne gittim. Birkaç kişiyle telefonda görüştüm. Diş fırçası satın aldım... Sen ne yaptın... Hiç beni düşündün mü. Cuma günü göz göze gelmiştik hani; saçlarını arkadan toplamıştın. Ağaçların gölgelediği bankta oturmuştun. Sessizliği kesen bakışmamız olmuştu. Konuşsak bir daha susmayabilirdik; konuşturmadılar. Bir daha ayrıldık! Bir daha! Bir daha! Bir daha! Milyonlarca kez yazabilirim bu sözcüğü ve milyonlarca kez tekrar edebilir seni gördüğüm an aklımda. Hiçbiri umrumda değil. Ellerini bana ver Maria; dans edebiliriz ve hiç kimseler kızamaz bizim bu durumumuza. Bırak rüzgar saçlarını dağıtsın ve sana La Quen Tepesindeki kırlardan papatyalar toplayayım. Saçların ıhlamurlar gibi koksun ve ben huzur dolayım baştan sona kadar. Hiçbirşeyimiz olmasın. Ne o senin beni kahreden istek ve beklentilerin, ne de benim aşamadığım engellerim; saf ve en duru halimizle beraberce yağmur ormanlarının envai çeşit bitkileri arasında bayır yukarı güneşin batışına doğru koştuğumuzu düşün ve o sıra benim ayağım takılsın, sen benden iki adım önde ol, çocukça düşüşüme karşın gözlerin omuzlarının ardında iltifat edercesine bana doğru baksın, güneş ışığı saçlarının arasından kahverengi kirpiklerini sarartsın, bana gülümse; inci dişlerin gözüksün dudakların şarap kırmızısı zaten. Ne farkeder bana gülümse o zaman; elini uzat... İşaret ve orta parmağın, parmak uçlarımı kavrasın. Parmaklarının yumuşaklığını hissedeyim. İçimdeki bütün irin o an boşalsın zihnim ve düşüncelerim duraklasın ve hayatım bi... Maria:
-Sen orda napıyorsun?
 Kapının giriş tarafındaki sırada ellerini çenesinin altına gizlemiş zamana doğru baktı; uyandı !
 -Hiçbir şey.