Kapitalizm tüketmemizi ister, sanat üreticidir. Tiyatro için de tüketimden kaçamıyoruz elbet, bilet almak durumundayız ama oyuncular da bizimle aynı çarkta olduğu için geçinmek ve özel bir tiyatroysa mekan kirası vermek, fatura ödemek zorundadır. “Kapitalizm köleyi özgürlüğüne kavuşturur ve tüketici haline getirir, ama sınırsız tüketimin ucunda tüketicinin kendi kendini tüketmesi vardır.” (Seçme İkilemi, s. 59) Kapitalizm çarkından kurtulamasak da onun kıymet vermediği çünkü kıymet verirse kendinin gözden düşeceği alanlara yatırabiliriz gelirimizin bir kısmını. Burada sadece tiyatrodan nasibimizi almakla kalmaz, iyi bir dayanışma da yaratmış oluruz.
Önceki sayıdaki yazımda, ofis hayatının bizi tüketmemesi için neler yapabileceğimize dair birkaç öneri getirmiştim. Bunlardan biri de edebiyat ve sanat etkinlikleriyle bu hayatın kendimizi bitirmemize neden olabilecek etkilerinden korunmaktı. Tiyatro ilk sıralardaki yerini alıyor.
Tiyatro, sindirilmesi güç bir sanat. Oyuncularla seyirciler aynı zamanda aynı mekandadır. Oyuncular doğrudan seyircilerin geribildirimini alırken seyirciler de sanatın birebir içindedir, sanatı yüksek dozda almaktadır. Sinemadaki gibi kırpılmış sahneler yoktur, bir edebiyat eserindeki gibi sizin iradenize göre ilerlemez ama bilerek ve isteyerek oradasınızdır. Tiyatroda montaj, efekt ve benzerleri bulunmaz, mevcut imkanlar kullanılır.
Beyaz yakalı iş arkadaşlarımızdan çoğunlukla tiyatro teklifi almayız. Çünkü tiyatro “çok sıkıcı”dır, “fazla tekrar var”dır, “gereksiz”dir. Aynı isteksizliği, onlar alışveriş merkezlerine giderken görmeyiz. Tiyatro zor lokmadır, doğru, ama bir de “cazip” değildir. Genel geçer bir zevke hitap etmediği için birçok kişi tiyatroyu elinin tersiyle iter. Tiyatroyu üstünüze giyemez, arkadaşlarına gösteremez, o an ve çıktığınızda yaşadığınız keyifle kimseye caka satamazsınız. (Ofis/plaza çalışmasının bir getirisi ya da götürüsü elde avuçta ne varsa yemeğe, içmeye, giyime, kuşama harcamaktır ki statünüz olsun.) Bir durum hariç: Ofisçe toplu halde gidiyorsanız. O durumda da sıkıntıdan ölseniz bile “ben aslında tiyatro izleyebilecek kadar kültürlü bir insanım” izlenimi yaratmalısınız. Maalesef zorla güzellik bir yere kadar…
Slovenyalı felsefeci Renata Salecl, Seçme İkilemi kitabında kim olduğumuzu seçiyormuş gibi görünsek de aslında hep başka güçlerin ve insanların etkisinde kaldığımızı savunur. “Seçim gayet bireysel bir mesele gibi görünüyor olsa da, insanların seçim yapma şekli başkalarıyla kurdukları ilişkilerle ve başkalarının onları nasıl gördüğüne dair düşünceleriyle esastan bağlantılıdır. Dolayısıyla insanlar kendi kendilerini sınırlama biçimlerini durup dururken uyduruyor değildir; yaptıkları seçimler toplumun neye doğru seçim olarak değer verdiği konusundaki algılarına fazlasıyla bağlıdır. Bu da, kendi kendini yaratan yeni bireyin paradoksal bir şekilde neden şöhret kültürünü örnek aldığını açıklar: Bir kişi bir yandan kendisine sıfırdan bir kimlik yaratacak kadar özgür bir birey olarak görülürken, diğer yandan kimliğini -çoğunlukla bir ünlünün hayatından doğan- rastgele bir popüler modele uydurmaya çalışır.” (s. 42)
Konumuzla bağlayalım: Kapitalizm tüketmemizi ister, sanat üreticidir. Tiyatro için de tüketimden kaçamıyoruz elbet, bilet almak durumundayız ama oyuncular da bizimle aynı çarkta olduğu için geçinmek ve özel bir tiyatroysa mekan kirası vermek, fatura ödemek zorundadır. “Kapitalizm köleyi özgürlüğüne kavuşturur ve tüketici haline getirir, ama sınırsız tüketimin ucunda tüketicinin kendi kendini tüketmesi vardır.” (Seçme İkilemi, s. 59) Kapitalizm çarkından kurtulamasak da onun kıymet vermediği çünkü kıymet verirse kendinin gözden düşeceği alanlara yatırabiliriz gelirimizin bir kısmını. Burada sadece tiyatrodan nasibimizi almakla kalmaz, iyi bir dayanışma da yaratmış oluruz.
Kimlerle? Çocukluğumuzu düşünelim. Birçoğumuz evcilik, doktorculuk, öğretmencilik (ve yavru bir kapitalist olarak mahallede ürettiğimiz ticaretçilik) gibi oyunlar oynadık, rol yaptık. Peki, kaçımız tiyatrocu oldu? Birçoğumuz ya kendimiz vazgeçtik ya da annemiz, babamız, çevremiz, koşullar vazgeçirdi. Belki “hobi olarak yine yap”tık… Tiyatro sahnesi yerine koltuktayız artık. Tiyatroya giderek sadece bu işe gönül verip azimle yoluna devam edenlere değil hayallerinden bir noktada vazgeçenlere, bizzat kendimize de destek vermiş oluruz.
Neyse ki böyle düşünen çalışanların sayısı sandığımız kadar az değil. Beyazyakalilarbisiyapsa adı altında bir hareket, dokuz altı saatlerinden sonrasını değerlendirmek ve tiyatrolara destek olmak için “İşten Sonra Tiyatro” adı altında bir proje yürütüyor. (Facebook sayfasından etkinlikler takip edilebilir.) Böyle toplu etkinlikler görmek sevindirici. Bireysel çabalar da bir o kadar sevindirici. Arama motorlarında “sabah iş, akşam tiyatro”, “sabah bankacı, akşam tiyatrocu” gibi aramalar yaptığınızda iş hayatı yüzünden tiyatrodan vazgeçmeyen isimler görebiliyorsunuz.
Başlıkta sorduğum sorunun yanıtı belki çok belki hiç yok. Ama ömrümüzün büyük bölümünün dokuz altı saatleri arasına sıkıştırıldığı ve o saatler dışında yapabileceklerimizin tüketimle sınırlandırıldığı bir dünyada tiyatroya yer ayırdığımız için hiç mi hiç pişman olmayacağız.
Kaynaklar:
Seçme İkilemi, Renata Salecl, çev. Barış Engin Aksoy, Metis Yayınları, Nisan 2014.
http://www.beyazyakalilarbisiyapsa.com/projelerimiz/isten-sonra-tiyatro/
https://www.facebook.com/bisiyapsak