Bu kitabı okuyabilir misin?

Şengül Can
Belleğiniz olmasaydı ne yapardınız? Tıpkı filmlerdeki gibi, evet. Ya da romanlardaki gibi mi? Evet, evet. Aynen öyle.

Belleğiniz olmasaydı ne yapardınız?
Tıpkı filmlerdeki gibi, evet.
Ya da romanlardaki gibi mi?
Evet, evet. Aynen öyle.
Belleğin İzinde adlı kitabın giriş kısmında da bahsi geçen Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanı, belleğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan bir köy ahalisini anlatır. Her şeyi etiketlemeye başlarlar. İstisnasız. Schacter’in Belleğin İzinde kitabının giriş kısmında yine, başına aldığı darbe ile belleğindeki birçok değerli anısını kaybeden bir hastasının aynı zamanda benlik duygusunu da kaybettiğine tanık olduğunu dile getirir. Hasta “hayatımı bir bütün olarak değerlendiremiyorum,” deyip durur. (Belleğin İzinde, s. 24)
Kuşkusuz her sanat eseri belleğe dayanır, ancak bazıları daha çok…
Sarmal bir zeminde dönen öyküler bizi kırılmalarla karşılar. Geçmiş, şimdi, gelecek. Geçmiş şimdiki zaman ve geçmiş gelecek zaman da buna dâhil. Anlatıcı bir doktor olur, bir ortaokul öğrencisi, birden bir üniversiteli genç, tecrübesiz bir oğul ya da baba. Ya da durup bütün bu hikâyelere uzaktan bakar. Anadolu’da anlatacak yüzlerin bir hikâyesi vardır. Oradan oraya sürükler anlatıcıyı. Burada Ömer Kavur’un Gizli Yüz filmi dikkate değerdir.
“Bin yıldır buradaydım sanki ve bin yıl daha kalacaktım.”(Peri Gazozu, s. 136)
Ve bozkırın dilinden birkaç örnek; kirkit, çopur yüzlü, ablak, sızgıt, çalkama.
Tekrarlar vardır, geçişler vardır öykülerde. Yazarın önsözde değindiği yumak, öykülerde biçimsel olarak yer edinir. Vücut bulur.
Anlatıcı, okurları içindeki sese yönlendirir, ona soru sorar, okura değil, okurun içindeki sese.
İlkokul mezunu gazozcu baba. Böyle olmasına rağmen kulüpteki lakabı üniversiteli.
Edip Cansever kokan satırlar vardır arada. (Peri Gazozu, s. 45)

“Adımızı sorarız birine,
O bize adını söyler.”

Zaman başka zamandır. Siyah beyaz filmlerin sergilendiği salonlarda sevmek zamanıdır. Türk filmidir yaşam, bir kadın bir erkek. Sonra sıkı yönetim günleri, sağ sol çatışmaları. Herkes genç herkes devrimci. Bilgece sözler eder anlatıcı. Hitit Kralından, Sivas Olayları’na, Tevrat’a İbrahim’in hikâyesine, metinden metine. Gencecik bir Neşet Ertaş karşılar bizi.
Sahnede ceketini çıkartmak için izin aldığı yıllar. (Peri Gazozu, s. 39)
Camide okunan sabah ezanları, ıssız sokaklar, yorgunluk, adsız kadınlar. Bir nesneye, bir isme, bir kişiye odaklanmış farklı zamanlar vardır öykülerde. Mühür buna örnektir. Ve Nâzım Hikmet’in meyhanelerde okunması yasaktır.
Anlatıcı aynı kişinin farklı yüzleridir. Döner dolanır. Bu kozmos hep kendini tamamlar dönerek. Bir çocuk, bir doktor, bir bilge. Ferdi Tayfur dinleyip votka içilen yıllar ve Minik Serçe. Bazen de kurmacayı kırıp okura seslenir anlatıcı. Deneme havası. Sonra söyleşmeler, konuşmalar. (Peri Gazozu, s. 62)
Gerçeklikle iç içe yürür, hayal ve masal diyarından gerçeği kotarır, irkilticidir. Hatırlatır, birbirimizin yaşamları içine dahil olma hissi, istesek de istemesek de. Diğerkâm olmak sorusunu sorar yazar. Nasıl bir şeydir?
“Birbirimizin hayatlarının içindeyiz, bundan hiç haberdar olmasak da.” (Peri Gazozu, s. 71)
Kameranın bakış açısını kurmacadan gerçeğe çevirmek gibi. Ve konuşur gibi. Gerçek ile kurgu yer değiştiriyor. Okur şaşkın bir o kadar da…
İdealist hekimlik yılları, Ankara’nın bir köyü. Bir yolculuğa çıkar gibi ölüme hazırlananlar. Bütün bunlar arasında hala ümidi aramak, beklemek. On yedisinde evlenip yirmi yedisinde dul kalan kadınlar. Ya da daha küçük çok küçük. Sakızlardan çıkan Yılmaz Güney kartları. İnsan etinin çabuk alevlendiği kasap fırınları…

Evet, şimdi de bu kitabı okuyabilir misin?

Bellek ve zaman arasındaki ilişki. Bellek ve hatırlamak ve unutmak üzerine düşündürür kitap. Belleğin sinirsel işleyişi, kodlama ve geri çağırma. Saklanmış bilgiyi geri çağırma süreçlerinin bir halidir kitap: hatırlama. Doğru ve güçlü kodlandığında hatırlama kolaylaşır.

Anılarınızda da bu kodlamayla yer edinir geçmiş. Geçmişi hangi yönleri üzerinde durduysak kodladıysak öyle hatırlarız. Çünkü aynı olay farklı insanlar tarafından farklı kodlanabilir. Bazen bu anılar bilinçsiz bir şekilde de hatırlanır. Günlük yaşamın içinden bir ses, bakış, bir adam ya da kadın ya da bir söz. Tek bir sözcük. İpucudur.
Peki, unutmasaydık, her şeyi hatırlasaydık?
Unutmak ise yaşamaya devam edebilmek için zorunluluk. Birçok şeyi unutamayız. Özellikle acı ile kodladıklarımızı. “Yanık”, “Mühür” ve diğer birçok öyküde kodlardan yola çıkar yazar. Bir toplumun kodladıklarıdır. Bir dönemin.
Proust zaman ve bellek arasında şöyle bir analoji kullanır. Bellek, bir teleskop imgesidir. Zamana doğrultulmuş bir teleskop çünkü bir teleskop çıplak gözle görünmez olan yıldızları bizim için görünür kılar. (Belleğin İzinde, s. 1)
İnsan duygudan yapılır. Anıdan. Bir makine ya da bilgisayar değildir. İnsan belleği böyle işlemez.
Bu kitabı okuyabilir misin?
Evet, şimdi de bu kitabı okuyabilir misin?

Peri Gazozu’nda yakın dönem Türkiye’nin acılarının bir soyağacı vardır, tebessüm ettiren metinlerle birlikte. Bu kitabı okumaya çalışınız. İrkilmeden bakmanın yatıştırıcı tarafı ve irkilmenin hazzını aynı anda yaşayarak.

Mevlüt oğlu 1959 doğumlu Ercan Kesal anlattı.

Kaynakça:
1. Kesal, Ercan, Peri Gazozu, 5. Baskı, İletişim Yayınları, 2013.
2. Schacter, Daniel L., çev. Eda Özgül, Belleğin İzinde, 1. Baskı, YKY, 2010.