Tarsus’ta Antik Sahaf Kitabevi, kitaplarını imzalamak üzere Yazar Burhan Sönmez’i davet etmişti. Bir tür törene dönüşmüştü imza günleri. İsmail, has yazarın kokusunu çok uzaktan alıyordu. İlçede, kendi dışındaki okurları da iyi biliyordu. Heyecanla yeni keşfinin kitaplarını okutuyordu bir süre. Onların tepkilerini izliyordu. Zayıf ve güçlü değerlendirmeler, olumlu ve olumsuz görüşler öğleüzeri buluşmalarında küçük bir masaya yatırılıyordu. Okur sayısı ve tepkileri, yazarı çağırması gerektiğini söylüyordu kendiliğinden. Geçen hafta gelen konuk yazar da ödül aldığını imza gününde öğrenmişti.
Hafta başından beri Masumlar romanı üzerine alevli bir tartışmadır gidiyordu kitabevimizde. Çarşamba günü benim düşüncem netleşmişti. Yazın dünyamızı renklendircek, derin iç geçireceğimiz okumalarımız olacaktı. Bizi içimizden gören ve bize dışarıdan bakabilen bir yazarımız var artık. Gördüğü işkence nedeniyle tedavi olmak üzere iki yerden birini, Hamburg ya da Londra’yı seçme zorunluluğu nedeniyle uzun yıllar Britanya’da kalmış. Şimdiyse orada, Cambridge’de ve İstanbul’da yaşıyormuş. Nasıl biri olduğunu merak ettiğim Burhan Sönmez, 2011 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’yle girdi Tarsus’a.
Okurlar Masumlar’ın kahramanları Brani Tawo ya da Feruzeh’ten ötürü İran hakkında soruyorlar. “Beş bin yıldır dünyanın ele geçiremediği topraklar,” diyor yazar. “Anadolu’da hep bir gidiş geliş sürerken, hep ‘tutunmaya çalışmak, kalmaya çalışmak’ sürerken İran’da bu bilinmez. Başka topraklara göç korkusu yoktur.”
Fransa’nın ülkemizde tepkiye neden olan son kararını soruyorlar. “Bu topraklarda yaşayan Ermeniler neredeler? Haklı ya da haksız hiçbir nedenle insanların öldürülmesini kabul etmiyorum.” diyor.
Romanda modern-bugün-şehir ile eski-dün-köy gelgitini sordu bir okur. “Büyükannesinden torunlarına uzanan bir türkü ile içinde Bach’ın çello süitleri geçen bir roman yazma düşüncesinde ortaya çıkar. Sıla ve gurbet duygusunu yansıtırken geçmiş yaşantımız köydeydi, eski ilişkiler eski üretim şekli bizde sıla duygusu uyandırır. Hayat ve ölüm temaları da öyle. Özlenir ama artık dönülemez. Ama modern bir hayat, gurbettir. Süreklilik de üzerinde durduğum bir konu romanda. Kutsal elma ağaçları; Kewé‘yle kendi köyündeki elma ağacından çekirdekler getirip şimdiki evinin önüne dikti, bugün Newton’un elma ağacından yeni bir filizin hocası olduğu üniversitenin önüne dikilmesinde de süreklilik vardır. Roman kahramanları arasında da...”
Wittgenstein’ın mezarı soruldu, “Bugünün gerçekliği, mekâna da uygundu,” diye yanıtladı. Ondan şu sözüyle bahsetti bir okur; “Hayat, biri yaşanmış diğeri yaşanmamış iki bölümden oluşur. Önemli olan yaşanmamış bölümdür.”
Romanda geçen, Azita Hanım’ın değerlendirmesi, Marquez’in İngilizcesi soruldu. “Yazara hayran bir hanımın onun kusurlarını bile mükemmel görmesi,” dedi. ‘Kırmızı rüzgâr’ metaforu soruldu. Her öyküde bir kere geçtiğini söyledi. Ardından, kitabından istediği bir yeri okuması istendi. Deniz, Aynalar Ülkesi’nden bir bölüm okudu yazar. “…Zayıf bir çocuktum, en büyük hayalim bir günlüğüne deniz olabilmekti,” cümlesiyle başlayan bölümü okudu. “Deniz Gezmiş, kimseyi öldürmemişti ama asıldı,” dedi.
Okurlar, iç içe örülmüş, yoğun ama yalın öyküleri sordular. “Ben üç yılda yazdım, siz beş saatte okuyorsunuz,” dedi Burhan Sönmez.
“Çayın tadı beraber içtiğiniz kişiyle değişir.”
“Türkçe Edebiyatta dili kusursuz olan bir kitap yazma çabanız gözleniyor, çağdaş Kürt yazarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu bir okur. “Devrimci yazarlardan kendi mücadelelerini yansıtan bir roman bekler arkadaşları. İlk romanımı, hızlı solcu olduğum 1990’lı yıllarda, bir ağbime göstermiştim. 'Bizi anlatacağını sanmıştım,' demişti. 'Tamam, ben de hayatı, mücadeleyi, sevgiyi, idealleri, zaferi anlattım,' demiştim. Kürt bir yazar sanki yalnızca Kürt sorunlarını yazan biridir gibi bir algı vardır. Dostoyevski dindardı, Rusya’nın modernleşmesinden, batılılaşmasından endişeliydi. Suç ve Ceza’da çok güçlü karakterler yarattığını fark etmeden, aslında endişesini anlatmak istedi. Yeteneğinin farkında değildi. Onun çağındaki dini sıkıntıların, toplumsal sorunların değil, güçlü roman kahramanlarını anlatımından edebi haz alıyoruz. Yazar sorunları anlatabilir ama edebi bir haz verirse eser geleceğe kalabilir.”
Kitabın adı soruldu. Üç yıl boyunca, kitabı yazarken not ettiği isimleri güvendiği arkadaşlarına puanlamak üzere gönderdiğini, bunlardan dördünün beğenildiğini, her birinin eşit puan olması nedeniyle hepsini aklından çıkardığını, "Sorunu çözemiyorsan sorunu yaratan alanın dışına çık!" sözüne uyarak bunların dışında bir başlığı, Masumlar'ı seçtiğini, sonraki üç gün aklında buna ait hiçbir soru işareti kalmamasını, kararının doğru olduğuna yorduğunu belirtti.
"Neden Kuzey?" diye sordu İsmail Kün. Kürt masallarında kuzeyin yasak yön olduğunu belirtti yazar. “Hani," dedi "yaşlı kral evlatlarını yanına çağırır. Genellikle üç oğlanla bir kızdır. O geyiği avlamaya gönderir en büyük oğlunu. Oğlan geri gelmez. Sonra ortanca gider o da gelmez. Sonunda en küçük gider. İşte masal orada başlar. Kuzey de böyle bir şey. Masalla felsefe iç içe bu romanda.”
"Mutlu son" soruldu. “Benim bütün romanlarım mutlu sonla biter. Mutsuz bitseydi günlerce uyuyamaz, okuru mutsuz edeceğimi düşünürdüm,” diye cevapladı.
Hasan Ali Toptaş’tan ve Murat Özyaşar’ın Ayna Çarpması’ndan söz açıldı. Oradan sesleri duyduklarını söyledi okurlar. Her iki yazarı da beğendiğini söyledi.
Şimdi ne yazdığı soruldu. Ben "Sır kitabınız nedir?" diye soruyu açtım. Burhan Sönmez güldü. İran’da, parklarda satıcıların değil, Sadi’nin divanından fal bakan çocukların yanınıza geldiğini, bunun bir gelenek olduğunu söyledi. Hristiyanlarda bu kitap İncil’miş. Kitap rastgele açıldığında çıkan şiirin, o kişinin falı olduğuna dair bir inanış romanda da anlatılıyor. Anadolu’da böyle bir kitabın/geleneğin olmadığını söyledi yazar. Bin yıl önce yazılan ve "sırlar" anlamına gelen Şirazlı Sadi’nin bugüne değin Türkçeye çevrilmeyen kitabını yayıma hazırladıklarını müjdeledi gecenin sonunda.