Zeytin Dalı

Özge Can Akın
Zeytin Dalı

Zeytin Dalı

Onur Saylam

“Baba ne olur in aşağı”  bunu da mı görecektim? Zeytin toplamaya merak salan babam konsolosluk duvarına tırmanıp zeytin dallarının sarkan kısımlarından, avcılık ve toplayıcılık dönemine ait anımsayışlardaydı. Duvara eğreti eklemlenmiş, tepedeki tel örgüden korunuyor, maymunlara taş çıkartan bir çeviklikte hem türkü söylüyor hem zeytin aşırıyordu. Elindeki torba en az iki kilo çekerdi. “Baba ne yapıyorsun orası amerikan konsolosluğu her yerde kameralar var, seni görecekler ” dedimse de dinletemedim. “ Görsünleeer, ben de onlara nah yaparım”  deyip şlap diye hareket çekti. Utançtan yer tabakasının alt katmanlarına doğru inişe geçtim. Hareket çekmekle kalmadı bir de o şekilde bileğinden sarkıttığı elini sallama çayı bardağa daldırır gibi keyifle aşağı yukarı uzunca oynattı.
“Baban alem adammış. Başın sağolsun.”
“Sorma.”
O da kendince amerikan emperyalizmine karşı bir duruş sergiliyordu. Herkesin cesaret edemeyeceği bir pozda. Üstelik güzide memleketin zeytinlerini sahiplenerek. Göstere göstere. Utandım ama hak veriyorum doğrusu. Mücadele biçimleri çok değişik olabiliyor. Femen’i de pek severim. Hoş ben memeler fora öyle koşamam meydanlarda, ama yine de güzel yani orijinal. 
Babasının kızı olmanın verdiği  deli dolu hallerim ve mayıs ayının coşkusuyla eylem nerede ben oradayım. Protesto edilecek envai çeşit sorun var tabii hangi birine yetişeceksin?  Üniversite hayatımın tek motivasyonu politik mücadele.
“Bak bu yönünü hiç bilmiyordum.”
“Gençlik işte.”
İşte o gün parti çalışmalarının en civcivli günlerinden biriydi. Sabah otobüs durağına depar atarken babamı tepede zeytin çıkınıyla gördüğüm gün.
“Eee? Anlatsana yarım kaldı.”
“Dinle.”
Babam kendine özgü ideolojik tavrını ortaya koyduğu anda, eyvah şimdi başım belaya girecek diye düşünmüş, -kaç kızım kurtul bu adamı tanımıyorsun-  komutuna geçmiştim. Rol yapma becerim sıkışık anlarda üst seviyeye çıkıyor, otomatik pilota bağlanıyordum. Maksadım sokaktaki parke taşları inceleyerek ustaca sıvışmaktı. Lakin o şerefe nail olamadım. Kara bir sinek çeneme teğet geçince gayri ihtiyari kafamı kaldırmış  karşıdan gelen siyah takım elbiseli adamın odağına yerleşmiştim. Görevli gözlüğünü  sıyırırken  eğer partiye gidemezsem bir sürü işin aksayacağını, itibarımın düşeceğini, zaten çok da yüksek olmadığını, olsun yine de bir siyasi oluşum olduğunu düşünedurdum. Bir şey yapmalıydım. Ya adam yanımdan geçip gidecek, ya da beni durdurup babamla ne ilgim olduğunu soracaktı. Telaşlandım. Adam tam yanıma yaklaştı, korkuyla kendimi yere atıp bayılma numarasına yattım.
“Belki sana bir şey sormayacaktı.”
“Belki ama panikten ne yapacağımı şaşırmıştım.”
Ani kararlar ne kadar da zararlı olabiliyor. Bir sürü insan başımda toplanmış, ben görevlinin kucağında sere serpe. Adamın eli göğsümü altından avuçlamış fırsattan istifade, baygınım diye bir şey de diyemiyorum. Öteki eliyle ayılmam için yanağımı tokatlarken, elbette ki yüzüme bakıyor. E ben de komşu Cenabettin amcaya benzeyecek değilim babamın kopyasıyım. Babam da bu esnada duvardan inmiş “açılın o benim kızım” diyor. Görevli şaşkın şöyle bir bakıyor ikimize, ciddileşiyor. Telsizine -bize iki çay- dermişçesine bir şey geveliyor.
“İnanmıyorum.”
“Kendi kendimi ele verdim.”
“Sonra?”
Karakolda sorguya çekiliyoruz. Komiser “Amca sen nereden topladın o zeytinleri haberin var mı? Kameraya hareketler filan, hangi örgüte vereceksin, kızının cüzdanından devrimci evrimci komünist partisinin kimliği çıktı açıkla bakalım” diyor. O da bir bağıntı kuramıyor. Demin sorguladığı adam -elinde kopmuş kamyon direksiyonuyla trafiğe çıkmış bir hastane kaçkını- canından bezdirmiş. -Bizi görünce korna çalıp yol verdi-  “Konuşsana beybaba”  Ben araya girmek istiyorum elini ağzına götürüp susturuyor. Babam bu, sağı solu belli olmaz. Başlıyor bir hikâye uydurmaya, yok isa zeytin dalında bilmem ne, zeytin ölümsüzlüğün simgesi, yok ülkenin tarım ülkesi olması gerektiği vs. ıvır zıvır bir sürü şeyi harmanlayıp cümleyi bağlıyor: aslında komünist evrimcileri amerika bu zeytinlerle yetiştiriyormuş. Allah amerikayı başımızdan eksik etmesin, ne zaman ata bindik natoya girdik o zaman belimiz doğruldu, incildeki zeytin imgesi yok barış güvercininin tüneyişi derken ellerini vaiz verircesine göbeğinde birleştirip nutuk atmaya başlamaz mı, allahü teala affetmenin önemini bilmem kaçıncı ayette şu şekilde açıklamıştır “ey iman edenler…”  Komiserin yüzü sigara içme ihtiyacı duymuş gibi hafif bir stres esintisiyle dalgalanıyor. Babama bakıyor, adam düpedüz deli. Bana bakıyor, delinin zoru. Siyasi kimliğimin biricik kartvizitine bakıp okkalı bir küfür üfürüyor. Hakikaten sinirleniyorum. “Terbiyesiz adam, biz sizi de anlıyoruz köpek gibi saatlerce mesai yapıyorsunuz, emir kulusunuz diye empati yapıyoruz burada. Ahlaksız puşt.”  İçimden serin serin  söyleniyorum. Babamla aramızdaki yegane fark bu, ben içimden o dışından. Içli dışlı olmaktan kaçındığım komiser amca insafa geliyor “S.ktirin gidin gözüm görmesin sizi!” Resmen adamın elini öpmek istiyorum. Suratıma küfür etti ama minnettarım. Sonuçta uzatmadı. Zeytin dalı uzattı. Birkaç saat gecikmeyle de olsa yarın için planlanan illegal gösterinin provasına yetişebilirim.
“Allah korudu anlayacağın.”
“İçinden bir yasin indirmişsindir.”
“Yok. O zamanlar ateisttim. Beş sene oldu kapanalı.”
“Şey ayıp olmazsa bir şey sorabilir miyim?”
“Olmaz. Babam olsa 'ayıp da neymiş ulan' diye çıkışırdı sana kızardı."
“Rahmetli oldukça bilgili bir adammış -tövbe estafirullah ölünün arkasından-  ne oldu da akli dengesi bozuldu diyecektim.”
“Mamak cezaevinde ağır işkence görmüş. Hiç anlatmadı. Annemle aralarında sırdı.”
Hiç anlatmadı değil. Anlatamadı. Ondan. Hep sessiz bir gürültü. Susuşmaktan başım ağrırdı.  Annemin gözleri kan çanağı. Babam delibozuk bir şeyler aranır. Korkardım. Annem için.
“Hay allah kusura bakma. Seni de ağlattım.”
“Neyse boşver. Yeterince mendilim var zaten. Helva için sağol. Sen olmasaydın kimse kavurmayacaktı.”
“Ne demek. Bilseydim bu ağacın dibinde olduğumuzu.”
“Önemli değil. O günden sonra özellikle babam için dikmiştik”.
Ufaktı ama tane veriyordu. Çok sevinmişti. Birbirimize bakıp gülüşürdük. Aramızda sırdı. Annem tuhafsardı. Karakoldaki maceramızı ona hiç anlatmamıştık.
“Beni bir sen anlıyorsun”  derdi.
O öldüğünde gönlümde bir zeytin dalı kırıldı. Kopup düşse iyi. Öylece sallanıp duruyor.