Kalabalık

Şengül Can
Kalabalık

Kalabalık

Songül Çolak

Ben bir çift gözdüm. Adam ise bir ense, lacivert bir ceket,  bir kasket ve dar siyah bir pantolondu paçaları azcık kısa. Adam her gün buydu. Ben ise hiç usanmadan daima, bakış açımı değiştirerek onu izliyordum. Sırtının azcık kambur olduğunu ilk zamanlar fark etmemiştim. Tıknaz burnunu hayal ettim sonra. Parlak derisinin üzerindeki binlerce çizgiyi. Geniş alnını ve bıyıklarını. Önceleri öylesine dolaşıyor sandım. Kendi varlığının bile farkında değil. Böyle zamanlarda hayvanlara karşı tuhaf bir bağlılığı vardır diye düşündüm -neticede sokakta yaşıyor olabilirdi-  sokak akıyor, ben sanki adamı yakın metraja alıp ağır ağır izliyordum.
Adam önde ben arkasında. Yol git gide darlaşıyor. Adımlarımı öyle tartıyorum ki adam hiç küçülmüyor. Duruyor sanki. Önce bir vurdumduymazlık sonra bir özgüven seziyorum adımlarında -buna içerliyorum doğrusu- varlığının farkında hem de fazlasıyla. O bildiği doğruları gibi yürüyor, ben de onu kıskanıyorum. Durdu. Ben de durdum. Ama bir şeyle oyalanır gibi yapmam gerekiyordu. Acemiydim biraz, kabul ediyorum. Çantamı karıştırır gibi yapıp on saniyede bir başımı kaldırıyordum. Yolun karşısındaki otobüs durağını kestirmişti gözüne. Bir kadın vardı karşıda. Tam görünmüyordu. Yüzünü seçemiyordum henüz. Ne tarafa gideceğiz? Kadından yana mı? Yoksa ilk sağdan içeriye mi sapacağız? Başka bir hikâyeye mi akacağız? Ya kadının hikâyesi. İnsansız hikâye olur mu? Hikâyesiz insan. Neden buradayım bilmiyorum? Sağa sapmıyoruz. Biraz yürüyüp duruyoruz. Kadın küçük. Adam inceliyor. Ben artık yürümüyorum. Varlığımdan tedirginim. Olmasa mıydım?
Evet her gün aynı saatte buradaydık. Bir sigara yakıyorduk. O yavaş içiyordu. Ben hızlı. Sonra ikinciyi yakıyordum. Kadın her gün aynı saate gelip otobüse biniyordu. Önceleri onu beğendiğini zannettim. Kadına baktık. O, iç çekti, ben gülümsedim. Ben gülümsedim, o kaşlarını çattı. Sonra ifadesini dondurdum. Gözlerime hapsetmek ister gibi bir kez daha uzun uzun baktım.  Bıyıklarını hayal ettim. Bıyıklarından damlayan zaman sanki bir yerde tortullaşmıştı. Yoğun ve sisli. Sırtındaki ceketi düşündüm. Tek düğmesi kopmak üzere, gevşemiş, sallanıyor.
Üç gün kadını izledik sessiz. Sigaramızı hiç söndürmedik. Başka hiçbir hareket yapmadık. Dumanını izliyordum ve ensesini çeşitli açılardan. Sonra kasketini çıkartıp başını kaşıdı bir gün. Bunu daha önce yapmamıştı, uyarmak istedim. Ama bir anda kadının yanına yaklaştı. Konuşacak gibiydi. Ben de bir adım attım. Telaştan da ayakkabının topuğuna yan basmıştım. Aramızdaki mesafe gittikçe artıyordu. Evet, kadından tarafa eğildi. Çok yakınındaydı.
Kadın yardımcı olmak ister gibi:
“Amca nereye gideceksin, hangi yöne?”
Adam hiç duymamış gibi:
“Biliyorum.”
Kadın şaşkın ama pes etmemiş gibi:
“Neyi?”
Adam ısrarcı, ben sessiz. Kahküllerimin arkasından onlara bakıyorum. Sonra başka yere bakarmış gibi. Adam doğruları gibi:
“Biliyorum sensin.”
Kadın git gide sinirleniyor gibi:
“Hangi durak, Amcaa?”
Adama, tanıdık bir yüzle konuşuyormuş gibi, kızı gibi ya da karısı:
“Günlerdir seni arıyorum.”
Kadın çattık be dermiş gibi:
“Kimi, beni mi?”
Adam içlendiğini belli etmek istemezmiş gibi:
“Komşular görmüş haber verdiler.”
Kadın bunamış bu der gibi:
“Sen beni birine benzettin galiba.”
Ben suskun. Adam hikâyeye devam etmek ister gibi.
“Yolunu gözledim kaç gündür.”
Kadın anlamaya sabreder gibi:
“Kim senin aradığın?”
Adamın omzunun üzerinden kadına bakıyordum. Ve hikâyemin bir parçası olmadıklarına sevinmiş gibiydim. Aslında, benim arkamdaysa onun ayak izlerinin sesi vardı. Bilmiyorlardı aslında her sesin bir de sesi vardı. Ben ilerledikçe geri çekiyor. Ben konuştukça susturuyor. Ellerini ağzıma kapatıyor. Sonra gözlerini kocaman. Ne durumlara düşüyor bilemezsiniz. Bense adamı izliyorum. Adam kadını. Bu kadın kim? Boyunun altındaki bu koku nereden geliyor? Ya bu morumsu lekeler.
“Çattık valla, bak amcacığım sana nüfus cüzdanımı göstereyim.”
Kadın çantasından bir kağıt çıkarttı.
Ben başkasıyım der gibi:
“Ben Nergis değilim.” dedi.
Adamın okuma yazması var mıydı?
Kadınla o dakika göz göze geldik. Bir valiz gördüm bu defa, çamurlu ayakkabılar, peşine düşen adamlar, yeni ev kokusu, geride bırakılmış yaşamlar, eskiciden alınmış eşyalar, iki kanepe, ceviz ağacı küçük bir masa, iki sandalye, öfkeli koca, dilsiz anne, aklı kıt baba, derme çatma oda, kalın perdeler, giriş kat. Artık daha kalabalıktık. Ben, kadın, kızı, karısı, adam, komşular yoldan geçen. Ben bakışlarımı kaçırıp ne olacağını bekliyorum. Bir yandan kadını uyarmak. Bir yandan kendimi kadına daha da yakın hissediyorum. Benliğimin sınırları kadınınkiyle birleşiyor. Sokağa sığamıyorum sanki. Geçmiş de ayaklanmış üzerime yürüyor. Sabahın erken saati, tek tük insanlar geçiyor.
Sen izleri seversin bilirim. Bu tedirginliği. Ama bu acemi hallerim. Bir filme özenmiş gibi. Bir perdede yaşıyormuş gibiyiz. Aslında arkamda binlerce insan ve önümde.
Adam ikna olmuş gibi kadına dönüyor. Ben zafer kazandığımı düşünüyorum. Derin bir oh çekiyorum. Derken adam hiç yapmadığı bir şeyi yapıyor ve arkasına dönüyor. Beni görüyor. Silahını çıkartıp şakağıma dayıyor. Artık daha da kalabalığız. Ben, kadın, kız, karısı, adam, sokak, daha bilmem kim?
Kendimi bu kareye sıkışmış hissediyorum. Ben aslında kendi hikâyemden mi kaçıyorum? Ama kalabalık beni bırakmıyor. Kim olsam bırakırdı?