Kulağıma durmadan yürü diye fısıldayan, gittikçe uğultuya dönüşen, menşei belirsiz bir ses çalınıyordu. Gökyüzü pusunu üzerime kusuyor, beni yutmaya yelteniyordu. Boyun eğmek, geri dönmek yoktu. Yolu bir çaprazına, bir dikine dilimledim. Sonunda bitap düşüp bir merdivenin başında durdum. Çöksem olduğum yerde uyuyacak, soğuğun ikide bir dürten dikenli ellerinde yığılıp kalacaktım. Artık bir evim yoktu ama bir okulum vardı. Ailemi yeni arkadaşlarımdan kuracak, atanmışlarla değil, seçilmişlerle mutlu mesut yaşayacaktım.
“Ne zaman ki her şeyden korkmaya başladım, büyüdüğümü anladım.”
“Bitirgen”le başlayan bir büyüme öyküsü bu. Baba evinden, yurdundan, kalabalıklarından kaçmanın ve yaşamanın mücadelesini veren genç bir kadındır artık Hayriye. Soyadıyla çok müsemma olan bir yazarın kaleminden 90’lı yılların çıkmaz ve kaos günlerini yaşayan Hayriye’nin “kadın” olarak verdiği mücadeleyi, yaşama uğraşını; birey olarak bağımsız ve hür yaşamanın savaşını anlatıyor. Aslında hayatlarımızdaki en kalıcı değişimlerin ilk gençliğimizde gerçekleştiği gerçeğini sıradan ve nadiren kabul gören bir kimlikle aktaran yazar, Hayriye’ye kadın olmanın bilincini vermiş gibi görünüyor. 90’lı yılların çok devingen ve değişken karmaşası içinde bir sabah evden kaçan genç bir kadının hayata meydan okumasına dair güçlü bir kurgu, kelimelerle verilmiş görsel bir şölen. Film tadında, çok sinematik bir kurgu… Öykülerindeki ve metinlerindeki başarısını senaristliğiyle bağdaştırmak yanlış olmaz belki de.
Yaşanmış ve dönüp geriye bakıldığında verilmiş bir mücadeleye geri dönüş. Aileden, üniversiteye oradan meslek hayatına giriş yapmış bir kadın olarak düzene diş geçirebildiği kadar derin ısırıklar atmış Hayriye. Toplumda ve edebiyatımızda hala genç yazarların bile eril bir dil ve kurgudan kurtulamadıkları bu günlerde erile ve feodale yazarın da karşı kalem tuttuğu bu metin, asıl gücünü feminist ve devrimci bir direniş vermekten alıyor. Eril kurgularda bile kadın dilini kullanan Sema Kaygusuz gibi nadir bir dil ve üsluba sahip Şakacı, bu eserinde de bu yanını hiç kaybetmeden yoluna devam etmiş. Toplumda ve ailede bekâretin, esaretin, baskının, zincirlenmenin karşısında “düzene diş geçirme sanatı”nı kusurca yaşamanın, bunu emsal göstermenin derdinde bir başkarakterin okura mürebbiyeliği aynı zamanda. Alelacele, çabucak yaşanmış bir hayat. İçine her şey sığmış. Ne eksik, ne fazla…
Bir şeyleri bir şekilde değiştirmenin, yeni bir şeyler etrafında yeni bir dünyayı mümkün kılmanın mücadelesini veren Hayriye’nin bir kadın olarak “ben varım!” dediğini haykırdığı kitap bir mücadele kitabıdır. Sınırları, engelleri aşmak için umut vaat eden, direnenlerin kazandığını gösteren ayrıca bir çaba kitabı. Düşlerini yalanlardan sıyırmaya, arındırmaya çalışan kadınların öyküsü. Ve sonunda Hayriye’nin bu mücadeleyi kazandığını göreceksiniz, ama nasıl dersiniz? Buyurun, kitap İletişim yayınlarından çıktı.