Karanlıkta Diyalog ve benzersiz bir deneyim

Tülay Akyol
Dikkatimi çeken şeyler, beni bulunduğum ortama dahil etmeye başlayınca yavaş yavaş tedirginliğimin azaldığını hissediyorum. İstanbul’un farkına vararak hissederek gezmeye başlıyorum. Hatta bir süre sonra görmediğimi unutacak kadar…

Kapıdan ilk girdiğimde tedirginliğimin hiç geçmeyeceğini düşündüm. Belki de gelmekte hata etmiştim. İlk kez bu derece bilinmezlik içindeydim ve birinin rehberliği olmadan ne yapabileceğimi hiç bilmiyordum. Rehberim Hidayet Bey bana neler yapmam gerektiğini ve kendisinin yanımdan hiç ayrılmayacağını, beni sürekli yönlendirip yardımcı olacağını ve gezdireceğini söyledi.

Hidayet Bey doğuştan görme engelli. Diğer duyuları bizlere oranla çok daha güçlenmiş. İçeride asıl gören kişi o. Ben çevremi, yönümü ve etrafta hazırlanmış sergi nesnelerini görmezken o bana bunları nasıl anlamlandırabileceğimi anlatıyor. Bulunduğumuz yer, zifiri karanlık. Burası İstanbul’un bir mini sergisi. Yolları, ulaşım araçları, martıları, evleri ve sokakları ile İstanbul’a dair pek çok şey mevcut. Tek bir farkla: Manzara hariç!

Dikkatimi çeken şeyler, beni bulunduğum ortama dahil etmeye başlayınca yavaş yavaş tedirginliğimin azaldığını hissediyorum. İstanbul’un farkına vararak hissederek gezmeye başlıyorum. Hatta bir süre sonra görmediğimi unutacak kadar… Çünkü burada bir süre sonra alıcılarım öyle mükemmel açılıyor ki görme ihtiyacı duymuyorum bile. Tam bir buçuk saat sürüyor bu serüven. İçeride yön duygusu tamamen kayboluyor.  Az önce döndüğüm yeri biraz sonra kaybederek şaşkına dönüyorum. Artık benim için yön ve yönelme duyguları yok sayılabilir. Hidayet Bey’in yönlendirmeleri nasıl hareket edeceğimi, sergiyi nasıl gezeceğimi ve sergideki nesneleri algılamamı sağlıyor. Artık benim için sesler daha belirgin, kokular daha keskin. Dokunduğum her şey aklımda yeniden çiziliyor. Orayı gezmek İstanbul’un tadını ayrı bir duyguyla çıkartmak gibi. Martı sesleriyle, vapur ve deniz dalgalarının rahatlatıcı duygusuyla… Tramvaya binip taksimden tünele inmek, Beşiktaş’tan vapura binip Kadıköy’e geçmek… Sokak aralarında dolaşıp manava, ATM’ye uğramak…  Karşıdan karşıya geçmek, bankta dinlenmek… Tüm bunları yaparken görememenin eksikliğinden çok diğer duyuların muazzam dikkatinden etkilenmek.

Gezinin son durağında Diyalog Kafe adını verdikleri bölümde zaman geçiriyoruz. Hala karanlık ve barmenimiz yine görme engeli biri. Çayımızı alıp masalarda oturuyoruz  ve rehberimle birlikte koyu bir sohbete dalıyoruz. Deneyimi paylaşıp, merak ettiğim tüm soruları soruyorum. Rehberim de tüm içtenliğiyle paylaşımlarda bulunuyor.

 

Gözlerimizi kullanmadan gözlem yapabildiğimiz bu deneyimde pek çok şey üzerine uzun uzun konuşulabilir belki. Ama beni en çok etkileyen kısmı Hidayet Bey’in görmek hakkında söylediği şu sözler oldu: “Burada birbirimizi göremiyoruz. Benim görünüşüm sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Şu an burada Azra Akın olsaydı benim için bir şey ifade etmeyecekti. İnsanların görünüş merakı, güzellik çirkinlik kavramları, insanların depresyonlara girmesi, zayıf görünme çabaları… Bunlar bizim dünyamızda yok. Çok şanslıyız!”

Bu gibi etkinliklerin her zaman bazı hoş olmayan yanları olduğunu düşünmüşümdür. Amaç empati kurmak ve anlamak olduğunda her ne kadar kabul edilmese de bir ötekileştirme söz konusudur. Kısa bir süreliğine o kişiler gibi olmak ve daha sonra eski haline döndüğünde tabiri caizse “şükretmek”. Daha sonrasında ise hiçbir şey olmamışçasına hayata devam etmek.  O yüzden bu tip deneyimler tehlikeli gelmiştir hep bana. Amacının dışına çıkma tehlikesi… Oysa ki Karanlıkta Diyalog sadece empati kurma üzerine hazırlanmamış. İşin sanat yanı ağır basmakta. Çünkü gittiğiniz etkinlik bir “sergi”. Farkı ise karanlıkta olması. İşte bir diğer özelliği ise bu noktada başlıyor. Göremediğiniz için diğer tüm alıcılarınız açılıyor. Bir süre sonra çok daha iyi duymaya, koklamaya, dokunmaya, tatmaya  ve daha da önemlisi “hissetmeye” başlıyorsunuz. Aslında bedenimizin körelmiş pek çok yeteneğini ortaya çıkararak farkındalığınızı arttırıyorsunuz. Evet, kendinizi görme engellilerin yerine ister istemez koyuyorsunuz ve oradan çıktığınızda onlar hakkında çok daha fazla şey biliyor oluyorsunuz ama tek amaç bu değil. Zaten kendileri de tanıtımlarında biraz bu konuya değinmişler: “Karanlıkta Diyalog, kör olan ve kör olmayan insanlar arasında açık fikirli bir ilişki kurulmasına yönelik bir platform olmayı amaçlamaktadır ve kesinlikle sadece bir “Körlük Sergisi” olarak nitelenemez. Sergi, kör olmayan insanların körlerin deneyimini bir miktar da olsa yaşamaları için bir olanak sunmaktadır ancak körlüğün bir simülasyonu olmak gibi bir isteği ya da niteliği yoktur. Karanlıkta Diyalog daha çok görmenin farklı biçimlerini sunan bir sergidir.”

İlk kez 1998 yılında Almanyada Prof. Dr. Andreas Heinecke tarafından düzenlenen organizasyon, şu an dünyanın 30 ülkesinde 130’dan fazla kentte ziyarete açık. Heinecke çalıştığı radyo istasyonunda bir görme engelli ile karşılaşır. Zaman geçtikçe bu kişide farklı özellikler ve duyarlılıklar sezer. Bu genç, Andreas’ın hayata bakışını değiştirir ve bu konuda düşünmesini sağlar. Sosyal projelerine bu şekilde adım atan Andreas daha sonra onlarca ödül alacaktır.
İstanbul’da ise Gayrettepe metrosunun içinde düzenlenen sergiyi haftanın her günü ziyaret edebilirsiniz. Seanslar her 15dk’da bir olmakla beraber biletleri öncesinde temin etmeniz gerekebilir. Kişisel gezilerde bir buçuk saat, okul şirket gibi toplu organizasyonlarda bir saat süreyle devam eden gezi öncesi size özel tahsil edilen dolaba kişisel eşyalarınızı bırakıp girebiliyorsunuz. Konu hakkında her türlü bilgi için  http://www.dialogistanbul.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Herkesin deneyimlemesi gerektiğini düşündüğüm bir duygu. Ben şimdi her gün kullandığım metrodan indiğimde, metronun akşam saati ne zaman sergi alanının girişinden geçsem gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıyor ve İstanbul’un kalabalığını tekrar dinliyorum.