Beyin, gördüğü tüm şekillerde tamamen bağımsız görüntü oluşturmaz. Bulunduğu perspektif bakış, ışık, gölge gibi tüm etkenleri dahil ederek algıda yanılmamızı sağlar.
Eski çağlarda sihirbazlık, adından da anlaşılacağı üzere sihir yapan kişi hatta büyü yapan kişi olarak bilinirdi. Gizli güçleri olan, mistik ve doğaüstü olayları gerçekleştirebilen bir çeşit gözbağcı. Orta çağlarda seyirlik bir eğlence halini alan sihirbazlık, daha çok el çabukluğuna dayanan, çeşitli malzeme ve hileli eşyalarla sergilenen bir sanat haline geldi. İnsanlar yapılan şeyin bir büyü olmadığını bilerek ama şaşkınlıkla izlemeye başladılar. Hatta el çabukluğunu takip ederek hileyi anlamaya çalışarak sihirbazı alt etmeye çalışmaktan keyif alır hale geldiler. Günümüzde ise insanları yanıltmanın zorluğu mesleğin zorlaşmasını gerektirmiş. Aslında bu zorluk sihirbazlıkla uğraşan kişilerin günümüzde farklı çalışma alanlarına kaymalarına ve bilimi kullanarak yaptıklarını riske atmadan sahnede gösteri yapmalarına olanak sağlamış.
Günümüzde bu işle uğraşanlar kendilerini sihirbaz değil illüzyonist olarak tanımlıyor. Çünkü yaptıkları şey sihir değil illüzyon. Bir çeşit yanılsama. Bunu yaparken de beynimizin bize oynadığı oyunları kullanıyor ve bizi şaşırtmayı başarıyorlar. Aslında gerçekleşen şey sahnede değil beynimizin içinde gerçekleşiyor.
Biz çoğu zaman gördüklerimizin doğruluğuna inanırız. Peki ya gördüklerimiz gerçekte göründükleri gibi değillerse? Ya da baktığınız şeyde kaçırdığınız bir şeyler varsa?
Dünyaca ünlü illüzyonist David Copperfield “İllüzyonlar sahnede değil, beyinde ortaya çıkar.” diyor. “Algı, aralarında kültürel önyargıların ve inançların da bulunduğu birçok şeyden etkilenir. Usta bir gösterici, bir mucize algısı yaratmak için bütün bu etkenlerden yararlanır. Ben esasen temelleri biyoloji ve psikolojiye dayalı algılarla uğraşırım. Benim sergilediğim sihrin gerçekleştiği sahne, gezegendeki en karmaşık organ olan insan beynidir.”
Beynimiz doğası gereği görüntüyü hep tamamlama bütünleme eğilimindedir. Optik illüzyonların pek çoğunda olmayan hareketleri, olmayan dokuları ya da görüntüler arasında olmayan farklılıkları algılarız. Beynin muazzam yeteneklerinden biridir aslında bu olay ve nörolojik açıklamaları bulunmaktadır.
Beyin, gördüğü tüm şekillerde tamamen bağımsız görüntü oluşturmaz. Bulunduğu perspektif bakış, ışık, gölge gibi tüm etkenleri dahil ederek algıda yanılmamızı sağlar. Bunu yaparken daha önceki deneyimlerinden yararlanır ve yorumlar yapar. Bunun en popüler örneği geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çokça tartışılan bir elbise fotoğrafı oldu. Fotoğrafa bakanların bir kısmı elbiseyi sarı-beyaz görürken bir kısmı ise mavi-siyah görüyordu. Hatta bir süre boyunca gördüğü renkleri birkaç zaman sonra değişik biçimde görmeye başlıyorlardı. Bu nasıl oluyordu? Peki bunu sahne sanatlarında ustalıkla kullanmak mümkün mü?
Baktığımız nesnenin rengini algılamamız, nesnenin üzerine düşen ışığa, gölgeye ve hatta arka plandaki renge bağlı olarak değişir. Nesnenin rengi sabitken ışık, gölge ya da fon değiştirilirse algıladığımız renk de değişiyor gibi görünebilir. Aslında bu sırada beynimizin muazzam çalışma sistemi bir şekilde sekteye uğramış oluyor ve bir tahminde bulunmak zorunda kalıyor ve hızla en uygun renge karar veriyor. Verdiği karar yanlış da olsa inanmama lüksümüz yok çünkü bu kendi beynimiz ve gördüğümüz şeye inanırız! Böylelikle bahsettiğimiz sahne gösterilerinde, odaklandığımız nesnenin değişmediğine emin olmamıza rağmen rengindeki ya da şeklindeki değişikliğe şahit olabiliriz ve buna inanırız. Böylelikle yanılgıya uğramış oluruz. Sihirbazlar da aslında bize olmayanı göstermek yerine ya da eskisi gibi hileli nesne kullanmak yerine, algıladığımız şeyin özelliklerini bilerek çoğu zaman bize nesneyi gerçek olarak sunarlar.
Beynin bir diğer özelliği de odaklandığı şeye tüm dikkatini vermesidir. Beyin aynı anda birden fazla şeye aynı odaklanmayı sağlayamaz. Sihirbaz sizi dikkatinizi vermenizi istediği şeye yönlendirdiğinde diğer şeylere çok da fazla dikkat edemezsiniz. Buna “Dikkat Körlüğü” deniyor. En bilindik örneği Harvard Üniversitesi ruhbilimcilerinden Danial Simons’un yaptığı deney. Simon deneklere, yarısı siyah yarısı beyaz tişört giymiş bir grup gencin basket oynadığı bir video izletir ve yalnızca beyaz tişörtlü olanların kaç kez birbirlerine pas attıklarını saymalarını ister. Deneyler pas atışlara odaklanır ve saymaya başlarlar ve video bittiğinde onlara bir soru sorulur. “Oyun sırasında sahaya giren gorili gördünüz mü?” Deneklerin büyük bir kısmı gorili görmediklerini söyler. Video baştan izletilir ve oyunun bir bölümünde sahneden kocaman bir gorilin geçtiği görülür. Hem de görülmeyecek boyutlarda değil. Bu da bize aslında beynimizin bir şeye yoğunlaştığında diğer şeylere pek dikkat edemediğini gösteriyor. Bu da bakmakla görmenin aynı şey olmadığını hatırlatıyor bize.
Peki, beynimizin bize sunduğu bu küçük oyunları sahne sanatlarında bir gösteriyle birleştirmeyi başaran sihirbazlar (illüzyonistler) bunu nasıl başarıyor? Tıpkı bir bilim insanı gibi çalıştıkları kesin. Örneğin, inandığımız şeye itiraz etmeyiz veya karar verdiğimiz (karar verdiğimizi sandığımız) şeylere de öyle. Ama beynimiz karar alırken pek çok şeyden etkilenir. Eğer karşınızdaki profesyonel bir gösterici ise sizin kendi istediği seçimi yapmanızı sağlar. Siz de seçimi kendinizin yaptığını sanarak gönül rahatlığıyla hareket edersiniz. Beyniniz size küçük bir oyun oynamış ve kendi kararınız olduğunu sandığınız kararlar almışsınızdır. Beyniniz aldığı karardan öylesine emindir ki aksini düşünmez bile. Geri kalan her şey göstericinin görsel sunumuna kalmıştır. Usta sihirbazlar da el çabukluklarının yanı sıra dikkati nereye yoğunlaştırmaları gerektiğini çok iyi bilir ve izleyiciyi buna göre yönlendirir. Dikkat körlüğü, değişim körlüğü, yanılsamalar ve ikna karar gibi yöntemlerle seyirciyi şaşırtmayı ve eğlendirmeyi başarırlar.
Beynimize ve algıladığımız şeye bu derece güvenirken günlük hayatta neleri yanlış gördüğümüz yanlış algıladığımız ve fark etmeden devam ettiğimiz fikri de oldukça düşündürücü.