Klasikleri Niçin Okumalıyız? Italo Calvino’nun bu sorusuna herkes kendine göre cevap verecektir mutlaka. Ancak bu soruyu yanıtlarken asıl üzerinde durulması gereken nokta, okurla klasik arasında karşılıklı oluşan ilişki... Zira yenilenen bilgiyle beraber gerçeklik de yeni görünümlere bürünüyor, yeni anlamlar kazanıyor. Anakronizm hem bir olanak sunuyor hem de okurla yazarın niyeti arasına yeni engeller koyuyor.
Klasikleri Niçin Okumalıyız? Italo Calvino’nun bu sorusuna herkes kendine göre cevap verecektir mutlaka. Ancak bu soruyu yanıtlarken asıl üzerinde durulması gereken nokta, okurla klasik arasında karşılıklı oluşan ilişki... Zira yenilenen bilgiyle beraber gerçeklik de yeni görünümlere bürünüyor, yeni anlamlar kazanıyor. Anakronizm hem bir olanak sunuyor hem de okurla yazarın niyeti arasına yeni engeller koyuyor. Yani Semih Gümüş ve onu destekleyen Doğan Hızlan’ın giriştiği “Bin kişiye sorduk işte size klasikler!” gibi işgüzarlıklarla bir 'modern klasik' tanımlaması yapmak beyhude, zira klasik yalnızca yeniden anlamlandırılabilir. Klasikleşmeye aday modern eserler ya da…
Klasiklerin insanın zamana direnen sıkıntılarını dönemin ruhuna uygun olarak ele aldığı muhakkak. Ancak yalnızca bu şekilde anlam kazandığını öne sürmek de çok uygun değil. Çünkü klasikler bu sorunları çözme veya genel olarak ele alma konusunda da okur üzerinden insanlığa bir fikir sunar. Dolayısıyla Tolstoy ile bir başka yazarın geçtiği yol aynı değildir. Konuyu derinleştirmek için Alfred de Musset’yi ele alabiliriz mesela.
Goethe’nin Genç Werther’in Acıları kimilerine göre romantizmin manifestosu niteliğindedir. Pastoral atmosfer ve çılgın aşığın intiharıdır bu eşsiz romandan aklımızda kalan. Deyim yerindeyse Goethe, tanrıyı yerinden indirip oraya arzu nesnesi kadını koyarak aşkı bir din haline getirmiştir. Werther, trajik yaşamını kendine doğrulttuğu namluyla sonlandırır. Aşk bir paradokssa çözümü ölümdür elbette. “Yalnız ölüm paklar beni!” ile âşık atmaya yemin etmiş olan çılgın; Romantizmin ihtiyaç duyduğu ve geleceğine inandığı dâhi başka bir çözüm yolu bulamamıştır:
Kant gibi Goethe de Napolyon’un kişiliğinde tarihi yapmaya muktedir dehanın cisimleştiğine inanır. Ancak de Musset’nin bu konuda onlarla hemfikir olduğu söylenemez. Bir Zamane Çocuğunun İtirafları, Napolyon’un neden olduğu yıkıma yapılan göndermelerle başlar. Savaşın neden olduğu yıkımları anlatma konusunda Gecenin Sonuna Yolculuk’un yazarı Louis Ferdinand Celine’in öncüllerinden biri olduğunu da öne sürebiliriz de Musset’nin. Ancak halefi gibi savaşın karanlık yüzü üzerinden hedef almaz moderniteyi. Alamazdı da zaten. Burjuvanın iktidarını yerleştirmeye ve hegemonyasını kurmaya çalıştığı dönemin yazarı idi de Musset. Dolayısıyla burjuvazinin aristokrasiyi tasfiye etmeye çalışmasına rağmen aristokrasinin henüz ayrıcalığını sürdürdüğü bir dönemin yazarıdır da denebilir.
de Musset, Bir Zamane Çocuğunun İtirafları’na kaynak metin olarak Genç Werther’in Acıları’nı seçmiştir. Romanda Goethe’ye Homeros’la ilişkilendirilerek yapılan övgü bu şekilde okunabilir. Aynı zamanda romanın sonu da bu açıdan ele alınabilir. Buna zamanı gelince değineceğim.
Werther da, Octave da gerçek aşkı aramaktadırlar. Her ikisi de hayata kırgındır. Octave, sevgilisi tarafından aldatılmış ve bu deneyim onun tüm kadınlara kuşkuyla yaklaşmasına, dahası çıldırmasına neden olmuştur. Romanın çevirmeni Kenan Sarıalioğlu’na göre, de Musset’nin bu romanda ele aldığı konu, George Sand ile yaşadığı trajik aşk ilişkisidir. Hoş, romanı okurken Sand ile de Musset’nin ilişkisini ele alan Aşkın Büyüsü adlı filmi akla getirmemek mümkün değil. Yani romanın kahramanı Octave’ın, de Musset olduğunu düşünmemek elde değil.
Sevgilisi tarafından aldatılan Octave, bu travmayı arkadaşı Desgenais’den yardım isteyerek aşmaya çalışmaktadır. Desgenais ise, Octave’ın aşk anlayışını gerçekçi bulmamakta ve ona kadınların güvenilir olmadığı hususunda telkinde bulunmaktadır. Hatta bu nedenle sırf kompliman yaptığı için sevgilisini Octave’a ikram eder. Ardından Octave, babasıyla ilgili bir mesaj alır ve taşraya gider. Heyhat babası ölmüştür. Taşraya yerleşmeye karar verir ve bir süre sonra Brigitte’e rastlar. Macera böylece başlar ve Brigitte ile yaşayacakları aşka yelken açar.
Bir gün Brigitte, onun çok sevdiği valsin aslında kendi bestesi olduğunu söyler ve bunun üzerine Octave şüpheye kapılır: “Ya böyle ustaca yalan söyleyen biri başka konularda da bana yalan söylüyorsa?” Ardından Octave bir “duygusal manipülatör”e dönüşür ve Brigitte’e hayatı zindan eder. Bundan sonra Brigitte’in yaşadıkları duygusal şiddet mağduru kadının içinden geçtiği süreçtir. Aynı zamanda roman kahramanının kadına yönelik algısı, feminist eleştiri açısından da verimli bir incelemeye konu edilebilir; ancak bu, bu yazının konusu değil.
Bu noktada Octave’ın tek olumlu yönü, ruhsal bölünme yaşayan Brigitte’e son noktada fiziki, ölümle sonuçlanacak bir zarar vermemesi ve ardından, o uyurken okuduğu mektup vesilesiyle onun yaşadığı duyguya (Smith’e yönelik) saygı duyarak tercihinde onu özgür bırakmasıdır.
Daha önce de bahsetmiş olduğum gibi bu eserde, ki de Musset’nin tek romanıdır, onun Sand ile ilişkisinin izleri bulunabilir. Octave, Brigitte’ten İtalya’da ayrılır; Sand, de Musset’yi İtalya’da aldatmıştır. Daha başka benzerlikler de sayılabilir elbette ama çok da gerek yok. Önemli olan romanın girişinde de Musset’nin söylediği şu sözler:
“Bir hayat hikâyesi yazmak için öncelikle yaşamış olmak gerekir. Yazdığım benim hikâyemdir.
Berbat bir ruh hastalığına yakalandığımda epeyce gençtim; bu üç yıl boyunca başıma gelenleri anlatacağım. Keşke hasta olan sadece ben olsaydım, o zaman hiç söz etmezdim bunlardan. Ama benden başka aynı acıyı çeken pek çok insan var; benim çektiklerimle ilgileneceklerini pek sanmasam da onlar için yazıyorum. Kimse aldırış etmese bile ben yine de kendi sözlerimle, kendi kendime daha da iyileşmiş ve kapana kısılmış tilki gibi kendi ayağımı kemirmiş olacağım.”
Ancak asıl önemli olan, Napolyon'un neden olduğu savaşların ardından oluşan ve “özgürlük” talebinde bulunan insanların giyotine gönderildiği bir ortamda aşk acısına odaklanan, yaşadığı travmatik deneyim sonucunda çıldıran ve paranoid bozukluk yaşayan roman kahramanının çözümü dinde bulmasıdır. Octave, bıçağı saplamak üzere Brigitte’in üstündeki örtüyü kaldırır ve Brigitte'in boynundaki haçı görür. Bıçak elinden düşer ve Hz. İsa ile uzlaşır. Hemen ardından okuyucuya bu sayfada (romanda) yazılanları iyi okumasını söyler ve sıkı bir din savunucusu rolüne bürünür. Yaşanan sıkıntıların tamamı, tanrısız bir şekilde yetişmesine neden olan ve maneviyatı eksik olan toplum ve ortamdır. Roman da zaten Octave’ın, neden olduğu mutsuzluk nedeniyle yalnızca bir kişinin bahtsız olmasına izin verdiği için Tanrı’ya şükretmesiyle biter.
Yaşadığı travmatik yaşantıyı böylesi yapıcı bir şekilde ele alarak onarmaya çalışan de Musset, tercihini yapmıştır. Yaşanan anomie ve yabancılaşmanın nedeni bulunmuştur: İnançsızlık ya da maneviyat eksikliği…
“Klasikler sorunları çözme veya genel olarak ele alma konusunda da okur üzerinden insanlığa bir fikir sunar.” demiştim yazının başlarında. Elbette çıldırmış olduğu için de Musset’nin sunduğu çözümü muteber kabul etmek zorunda değiliz; ve elbette buradaki gerekçemiz DSM’deki gibi gerçeklik algısının bozulması olamaz. Zira de Musset’nin edebi gerçeklik algısının bozulmuş olduğunu söylemeye cesaret etmek ahmaklık olur: "Tutku insanı ele geçirdiğinde, akıl insanı üzülerek ve tehlikeyi haber vererek izler ama insan aklının sesine kulak verdiğinde ve, “Doğru, ben bir deliyim; nereye gidiyorum ben?” dediği anda, tutku da bağırır ona: “Peki ben, öleyim mi şimdi?”
Ancak gerçek nedeni öğrenmek için artık ona Belinski’nin Gogol’e yazdığı gibi bir mektup yazma şansımız olmadığı da bir gerçek.
Dolayısıyla sadece şunu sorma şansına sahibiz: Bir Zamane Çocuğunun İtirafları’ndan yola çıkarsak şayet, içinde bulunduğumuz çağda insanın tek sorununun maneviyat ya da inanç yoksunluğu olduğunu söyleyebilir miyiz?
1.Alfred de Musset, çev. Kenan Sarıalioğlu, Islık Yayınları: 2014.
2.Pascale Chapaux-Morelli ve Pascal Couderc, İkili İlişkilerde Dugusal Manipülasyon: Narsist Bir Partnerle Yüzleşmek, çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları: 2014.
3.Nicholas Mazza, Şiir Terapi: Teori ve Pratik, çev. Ersun Çıplak, Okuyanus: 2014.