Duygu Aydoğdu
ağ

Ayfer Feriha Nujen

                                                                                                    (DİSTOPYA)

    Şehirdeki tüm herkesin aynı anda yere yığılmasına hiçbir kurum anlam verememişti. Birileri düğmeye basmış gibiydi. Şehrin farklı yerlerinde, aynı anda kütük gibi yere yığılıyorlardı. Neden olduğu yere değil de böyle kütük gibi arkaya dik bir şekilde yıkılıyorlardı. Kurulmuş saat gibi.

  Dışarı çıkma yasağı konduğu günden bu yana hiç dışarı çıkmadım. Dışarı çıkanlara özel bir şeydi bu sanki. Sokakta in cin top oynuyor, herkesin gözü haber bültenlerinde. O gün dışarı çıkmayanlar şanslıydı. Ben de evde yeni aldığımız Blu-ray disc sistemini kurmak için uğraşıyordum. Üstelik eve de yeni gelmiştim. Tuvaletteki dijital saatin bozulduğunu fark ettim. Pili bitmiş. Dolapta yedek pil yok ve dışarı çıkamıyorum. Çok sinir bozucu bir durum… Cep telefonumdan internete girmeye çalıştım. Bilgisayarlar tamamen çökmüş durumda. Sadece televizyon izleyebiliyorum. Evimdeki en eski model şey ise otuz yedi ekran bir televizyon. Sürekli son dakika haberlerine bakıyor, yirmi dört saat televizyonu açık bırakıyorum. Dışarı çıkmalıyım, evde çok az erzak kaldı.

   Sinirle koltuğa bıraktım kendimi. Bilgisayara baktım şebeke yok. Ağlar kapatılmış. Ağ kelimesinden bilgisayar, bilgisayardan kasa, kasadan da hard disk hızlı bir biçimde aklımdan geçip beni yaklaşık bir on on beş sene öncesine götürdü. Kadıköy-Bahariye’de ağır ağır yürürken, bankta oturmuş sohbet eden yaşları benden epeyce küçük olan iki çocuğun konuşması geldi aklıma. Biri diğerine şöyle demişti, “Hard disk’inde ne kadar yer var?” O zaman ben bilgisayarla tanışmamıştım bile kaldı ki o ufaklıklar bilgisayarı çözmüş, hard disk kapasitesini konuşuyorlar. Yeni yeni yaygınlaştığı zamanlardı. Bilgisayarla tanıştıktan sonra o çocukların ne aşamaya geldiklerini merak etmedim değil doğrusu… şimdi bunu düşününce sinirlerimin biraz daha yumuşadığını hissediyorum.
İşte, bir son dakika haberi daha… Aynı anda şehrin farklı yerlerinde birkaç insan daha yere kütük gibi yığılmış, işin ilginç tarafı da, bu durumu yaşayan insanların hemen hepsinin asker kökenli olması. Ben bu işten hiçbir şey anlamadım. Bir dakika bir yazı daha, ama bu olamaz, küçücük çocuk yakalanmış, on beş yaşında bir asker çocuğu. Adı İshak. Asker çocuğu olduğu için emir komuta zincirinde hareket eder, uzun saçı çok sever fakat babası tarafından karşı konulduğu için saçlarını uzatamazmış. Beş yaşında okuma yazma öğrenmiş. Vay anasını yaa! Ve hemen sonra da çağa da uygun bir biçimde bilgisayar başına geçip mucize denecek şeyler yapmış.

    İshak altı yaşına geldiğinde yan yana duran iki bilgisayarın hard disklerini birleştirmeye çalışıyormuş. Bu çocuk bir çılgın olmalı. Bu mekanizmayı bu çocuk kurmuş. Kendi kurduğu bir program sayesinde istemediği, özellikle de emir yağdıran kişilere karşı kullanıp onları uzaktan kontrollü denetim altına almak yönlendirmek istemiş. Gerçekten de öyle. İnsanlar, arkaya doğru kütük gibi yığılıyor fakat hiçbirine bir şey olmuyordu. Çaresiz kalıyorlar. İshak böyle bir şey istiyor olmalı.
Hala dışarı çıkma yasağı var. İnsanlar şehrin farklı yerlerinde kütük gibi yere yığılmaya devam ediyorlar. İshak’ın bir dokunulmazlığı olmalı.  Acaba yerine başka birini mi bırakmıştı?
Ya da bu program otomatiğe mi bağlanmıştı. İshak görünüyor da, bilgisayar hala ortalarda yok!