Sayı 1, August 2013

EDİTÖRDEN

Merhaba Sevgili Okur,

Öncelikle bu ilk sayımızla sizi selamlamanın heyecanı ve mutluluğu içindeyiz. İnternetin gereksiz bilgi yığını haline geldiği günümüzde edebiyat ve sanat sitelerinin çoğunun beklentiyi karşılayamadığını biliyoruz. Ve bu bilgi kirliliğinin içinde nitelikli sitelerin yok denecek kadar az olduğunu da… Heyecanlıyız çünkü kuşağımızın bir temsilcisi olarak biz de buradayız diyoruz. Heyecanlıyız çünkü yola koyulmak her zaman yolun heyecanını da birlikte getiriyor. Sanatın yeniden üretilme sürecini sizinle yaşayacak olmamızsa en büyük mutluluk kaynağımız.

Çerçi, katırıyla heybesinde biriktirdiği şeyleri şehirden köye getirendir. Ya da köyden topladığını şehre götüren… Usulü, takastır. En azından anneannelerimizden öğrendiğimiz hikâye budur. Babaanne de olabilir. Oraya girip konuyu dağıtmanın bir amacı yok görüldüğü üzere. Gerçi bu usul zamanla yerini paraya bırakırken katır da yerini motorlu araçlara bırakır. Ama bizim çerçimiz şehirden getirdiği eşyayı hala yünle, sütle, peynirle takas eder. Yeterince güzel bakabilirseniz Anadolu’nun herhangi bir köyüne katırıyla girişini izleyebilirsiniz.

Bütün ilişkilerini piyasa koşullarının belirlediği çağımız, sanatı da kendi ihtiyacına göre şekillendiriyor. Bu rahatsız edici durum dergilerde, sergilerde, salonlarda, yayınevlerinde bütün ağırlığıyla görülüyor. Çıkar ilişkilerinin dışında kalmaya çalışan sanatçılar ve sanat toplulukları çoğunlukla görmezden geliniyor. Bütün bu erki elinde bulunduran kimi sanatçı ve sanatsever, sanata dilediğince yön veriyor. Erklerinin sarsılmayacağına dair güvenleri ortaya kendi içinde dönüp bir yere varamayan, geçmişin referansları üzerinden gittiğini iddia edip geçmişin bir kopyası olmaktan da ileri gidemeyen bir sanat ortamı yaratmalarına sebep oluyor. Belki de sorulması gereken ilk soru böylesi bir otoriteye ihtiyaç duyulup duyulmadığıdır. Uzun çağlar boyunca bu erke ihtiyaç duyuldu çünkü erkin olmadığı yerde bir piyasa yaratmak pek de mümkün değildir. Alıcının neyi alıp neyi almayacağını bilmesi için bu erke ihtiyaç vardır (!). Sorunu bu şekilde karikatürize etmek doğru mudur tartışılabilir. Çerçi’nin amaçlarından biri de bu soruları tartışmaktır.

Her yeni kuşak kendinden önce gelen bilgiyi gününün bilgisiyle harmanlayarak ortaya yeni bir şey koymaya çalışır. Bu bilgi olmadan yeniye ulaşmak zordur. Hatta neredeyse imkânsızdır. Tarihteki kimi olaylar bu bağın derin bir biçimde yara almasına hatta kopmasına neden olabilir. Ülkemizin bu tip kopuşları neredeyse on yılda bir yaşadığını söylememize sanırız ki burada gerek yoktur. Bizce 80 sonrası Türkiye’sinde bu kopuşun getirdiği entelektüel alandaki kısırlık sanatta kendini her verilenin kabulü şeklinde gösterir. Eleştiri alanında çok büyük bir sıkıntı açığa çıkar. Sanat erkini elinde bulunduran zümrenin onayı olmadan kuş uçurulamayacak duruma gelen bu ortamda genç sanatçıların da söz konusu erkten onay almadan kendilerini var etmeleri imkânsıza yaklaşır. Yıllıklar, ödüller hatta çoğu atölye hem bir çıkar kapısı olurken hem de bu erkin kendini yeniden ürettiği alanlar haline gelir. Ödülü, yıllığı, atölye vs. düzenleyen kurum/kurumlar söz konusu alanın erk sahibi sanatçılarını işin başına getirerek bir yandan yapılan işe bir amaç yüklediğini iddia ederken diğer yandan da bu erki iyice sağlama alırlar. Herkesin her şeyi yapabildiği bu sınırsız özgürlükler (!) ortamında bunu yapmanın devede kulak olduğunu söyleyenler çıkacaktır elbette. Belki de ahlaki sorgulamayı ortadan kaldıran böylesi bir özgürlüğün sorgulanması gerekmektedir.

Çerçi, böylesi sorunlarla sesi soluğu çıkmayacak hale getirilmiş sanat ortamına belki de bir çıkış olma umuduyla oluşturulmuş bir sanat kolektifidir. Çerçi, özerktir. Tuttuğu yolun özel bir yol olduğunun bilinciyle hareket eder. Hesap defteri tutmaz. Hesap defterleri tüccarlara özeldir çünkü. Çıkar ilişkilerinin dört bir yanı sardığı günümüzde hesap defteri tutmayacak kadar budaladır. Bu budalalığının haklı gururunu yaşar yürüdüğü patikalarda. Çünkü ulaşabilirse bir güzelliğe ancak bu budalalıkla ulaşılabileceğini bilir. Hayalperestliği de buradan gelir. Sanata olan güveni de… Hatta insana olan güveni de… Çerçi için iyi metin dünyayı kurtaracaktır.Çok fazla konuşmayıp sözü dergiye bırakalım artık.

Öncelikle logomuzu tasarlayan Defne Sabuncu ve Burcu Urgut’a, derginin sayfa düzeninin sorumluluğunu yüklenen Özgür Şahin ve Can Mustafa Özdemir'e, redaksiyon için Tülay Akyol’a, derginin web tasarımını yapan Can Mustafa Özdemir, Eren Ayhan ve Nazmi Okur’a ayrıca yola çıkarken gerekli eşyaları yanımıza almamıza katkıda bulunan değerli dostlarımıza teşekkürü borç biliriz. Yine adını söylemeyi unuttuğumuz dostlarımıza hem özürlerimizi hem de teşekkürlerimizi yollarız.

Dosya konularımızı Günebakan başlığında topladık. Deneme, inceleme ve eleştiri yazılarını Hallaç'ta, tanıtım yazılarını Çentik'te bulabilirsiniz. Bu sayıda Günebakan'da Şule Gürbüz’ün metinlerini ele aldık. Bu bölümde yazarın roman ve öyküleriyle ilgili denemeleri okuyacaksınız. Sakın şaşırmayın! İlk sayımıza Levent Açlan, Özlem Şan Özdemir, Ruhşen Doğan Nar, Şengül Can, Tuğçe Ayteş, Veysi Erdoğan öyküleriyle; Akın Art, Ece Apaydın, Özgür Demirci, Ümit Aydın, Yusuf Turhallı şiirleriyle; Akın Art, Ramazan Parladar, Bilge Demircan, Tülay Akyol ayrıca yazı kurulunda bulunan arkadaşlarımız deneme-inceleme yazılarıyla katkıda bulundular. Yine Çentik bölümümüzde Hüseyin Kıran’ın yeni romanı Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır’dan bir bölüm yer alıyor.

Unutmadan dergimizin yola çıkışının biraz gecikmesine bahane olan Gezi Direnişine de selam verelim. Gerçekten de bütün umutlarımızı yitirdiğimiz o karanlık anlarda İsildur’un Sauron’un elindeki yüzüğü koparıp alması gibi bütün umutsuzluğumuzun üstüne güneş misali doğdu. Direniş günleriyle, çıkışımızı ertelemek durumunda kaldık. Malum gaz ve toz bulutları yüzünden kimse bilgisayar başına oturamadı. Ama mutsuz değiliz. “Ben buradayım işte sevgili devlet!” diyerek direnmenin estetiğine ve mizahına olan güvenimizi geri getiren Gezi Direnişine selam olsun.
Dergimizin Hallaç bölümüne ilham olan edebiyatımızın önemli kalemlerinden birini, Leyla Erbil’i geçtiğimiz ay kaybettik. Dergimizi yayına hazırlarken de değerli şairlerimizden Şérko Békes ve Ahmet Erhan'ı kaybettiğimizin haberini aldık. Yaz, yasıyla birlikte geldi.

Çerçi bu şekilde yola koyuluyor işte. Bu sayıda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. İkinci sayımızın Günebakan konusu Hüseyin Kıran olacak. Katkılarınızı bekliyoruz. Unutmadan:

Bize bir harf verin ki dünyayı yerinden oynatalım!

Sevgiyle,
Çerçi Sanat.

İÇİNDEKİLER

GÜNEBAKAN
Kapak Resmi
GÜNEBAKAN
Kapak Resmi
GÜNEBAKAN
Kapak Resmi
GÜNEBAKAN
Kapak Resmi
GÜNEBAKAN
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
Kapak Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi
İçerik Resmi