Ayaklarında kesikler. Ne ara ayakkabılarını çıkardı, ne ara kırıklar çoraplarını aşıp etine ulaştı farkında değil. İnceden bir sızı. Helikopterlerden düşen renkli floresan lambaları hatırlıyor. Başka yerinde acı yok. Demek ki zamanında yere çömelip yüzünü kapatabilmiş.
Neden ama?
Evinin yolunu tutuyor. Kolu kanadı kırık. Alt kat boş, boştu. Şimdi resmi görevliler var. Belirsiz bir uğraş içindeler. Parkeler sökülmüş. İyi bir amaçla olmasa gerek. Onun için, onun gibiler için. Fazla oyalanmaya gelmez.
Girdiği gibi banyo aynasında yüzüne bakıyor. Tahmin ettiği gibi, yara yok.
Yatak odası. Perdeler açık. Tam yatağa bakan pencerenin perdeleri. Sevgilisiyle yaşadığı evde yattığı yatağa. Çıkmadan kapattığından öyle emin. Karşıdaki binaya bakıyor. Aynı hizadaki balkonda bir kadın. Bakışları içten içe gergin, huzursuz. Kadınlar artıyor; 3, 5, 7… Resmi görevliler tarafından vazifelendirilmiş kadınlar. Başkalarının bedenleri, başkalarının fikirleriyle onu yargılıyorlar.
SUÇLU!
Perdeleri kapatıyor. Kapatınca o kadınlar yok olacakmış gibi. Ama hepsi odada, etrafında. Onu ablukaya alıyorlar. Altın günü kılığında kadınlar… Pes etmeye niyetleri yok. “Burada yaşamak istiyorsan…”
Alt katta hala çekiç sesleri. Ayaklarında hala sızı. Nedenini bilmediği bir silsilenin içinde… SUÇLU! Anahtar sesi. Kadınlar geri çekiliyor. Nihayet.
Kesikler artık o kadar acımıyor. Resmi görevliler aklından çıktı bile. Kadınlar kimin umurunda…
Kolları sevgilisinin boynunda. Sözcükleri söze dökmekten aciz.
Gidelim buralardan… uzaklara, çok uzaklara…