Ölümden Beter Yaşamlar

Tülay Akyol
İnsan isteyerek ve karar vererek kötü ya da acımasız biri olabilir mi? Şiddetle çağrılan bir dostluğa ne kadar karşı koyabilir? Güvensizlik ve kullanılma korkusu vicdanı ne kadar bastırabilir?

Bir yazarla tanışmanın heyecanı ve merakı, okuduğunuz romanın ilk sayfalarında yerini ya doğru bir seçim yaptığınıza ikna edecek bir duyguya ya da hayal kırıklığına bırakır. Ölümden Beter Yaşamlar’ı bakmak için elime aldığımdan kısa bir süre sonra kendimi kitabın içinde buldum ve bir kısmını çoktan okumuş olduğumu fark ettim. Sınıfsal farklılıklar, siyasi görüşler, çalışma hayatının köleliği, günlük yaşam çıkmazlarımız… Mizahi dili ile samimi ve biraz da yürek burkan bir kitap.
İlker Aksoy yeni bir yazar sayılmaz. Daha önce çeşitli dergilerde yazmış. Ölümden Beter Yaşamlar yazarın ilk romanı. Kitap genel bir bakışla şehir insanının çarpık düzende nasıl yaşam mücadelesi verdiğini ve ilişkilerini nasıl kurduğunu (kuramadığını) gösteriyor. Hayata bir yerlerinden tutunmaya çalışan, tüm geçmiş çıkmazlarına rağmen hala umut dolu bir yaşam kurma çabasında olan ya da eski heyecanını kaybetmiş, sisteme adapte olmaya çalışan ve bir türlü beceremeyenlerin romanı. Tek ortak noktaları aynı evde kalmak olan Adem ile Diler’in romanı. Adem mezun olduktan sonra iş hayatına başlamış, ailesinin ve çevresinin baskısı ile sistemin o devasa çarkı içinde kendine bir yer edinmeye çalışan biri. Diler ise düşkünler evinden yaş sınırı dolayısı ile atılmış. Gidecek yeri ve çalışacak bir işi yok.  Bir hastalıktan muzdarip. Adem (başarısı sorgulanmaksızın) ne kadar gerçekçi, net, duyarsız (olmaya çalışan), kararlı ve biraz da karamsar ise Diler de bir o kadar çekimser, hayalperest ve asla umudunu yitirmeyen biri. İlk bakışta durum böyle iken romanın ilerleyen bölümlerimdeki geri dönüşler, hikayeler ve ilişkiler atmosferi değiştiriyor ve “gerçek” olanın biraz daha görünmesini sağlıyor. “Ölümden Beter Yaşamlar” anlatılıyor. Bazı şeylerin, zorla oldurulmaya çalışılırken nasıl çıkmazlara girildiğini, bir şeylerden kaçarken aslında o şeyin içine tam olarak nasıl çekildiğimizi gösteriyor bize.
İnsan isteyerek ve karar vererek kötü ya da acımasız biri olabilir mi? Şiddetle çağrılan bir dostluğa ne kadar karşı koyabilir? Güvensizlik ve kullanılma korkusu vicdanı ne kadar bastırabilir? Adem’in tüm direnişine rağmen yaptıklarının çelişkisi “iyi-kötü” kavramlarını sorgulatıyor bize. Adem içindeki “kötü”nün kırılmasını istemez, acımasız olmalıdır çünkü kullanılmaktan korkar. Görmezden gelmeye çalışır ama başaramaz. İyilikten kaçarken sürekli kendini iyilik yaparken bulur. Diler’in bağımlılığından ve güçsüzlüğünden rahatsızdır ama yardım etmekten kendini alamaz. Kendisinden para isteyen dilenciye borç verir. Her defasında pişmanlık duyar ama tekrar eder. İçindeki vicdanı reddetse de sürekli yanındadır. An gelir evdeki öldürmeye çalıştığı, kapana kısılmış fareyi okşarken bulur kendini. İnsanın en zayıf noktalarını en sade şekilde gösterir bize yazar.
Roman Adem ve Diler ekseninde dönerken, onlara değen herkesin hayatından hikayelerle renklenir. En yakınlarından sokakta yanlarından geçen kızın hayatına kadar. Diler’in annesinin hikayesi başta olmak üzere Adem’in patronu, patronunun oğlu, işçiler, komşusu, eski bir dost,  vapurdaki kadın, istiklaldeki kız, kızın çantasını çalma ihtimali olan hırsız… Herkesin yaşamının küçük hikayeleri.  Romanın anlatımı her bölümde farklı kişilerin ağzından yapılıyor. Bazen de aynı sahneyi önce Diler’in ağzından sonra Adem’in ağzından dinliyoruz. Bu değişim bakış açılarının farklılıklarını duygu değişimlerini ve karakterleri yansıtmada oldukça başarılı. Tüm bunların yanında anlatım tarzı sürekli değişiyor. Örneğin bir bölümde anlatıcı hikayeyi anlatırken başka bölümde karakterin kendi kendine konuşması, düşünmesi şeklinde devam ediyor. Bazen kim olduğunu bilmediğimiz kadınlar ve adamlar bir tiyatro sahnesi kurmuş konuşuyor. Buradaki oyuncular Adem’i yargılayan, uyaran, bazen yönlendiren ama çoğu zaman eleştiren tipler. Roman boyunca Adem bu dış (iç) seslerin eleştirileri, dalga geçişi ve dürüstlükleriyle mücadele ediyor. Romanda tiyatro metni şeklinde verilen bu bölümler roman gerçekliğinin içinde olmasına karşın Adem’in gerçekliğinin dışında kalıyor ve sürekli bir mücadeleyi gerektiriyor. Bu bölümler aynı zamanda romanda okuyucuyu metnin dışına çekiyor ve dışardan bir bakış sağlıyor. Bunun yanı sıra romanın görsel anlatım yönü oldukça kuvvetli. Pek çok bölüm film sahnesi tadında.
Yazar bir röportajında “Sorunları kişilerde değil, kurduğumuz ilişkiler ağında aramayı daha doğru buluyorum” diyor. Kitapta karakterler arasındaki ilişki kurma çabası roman boyunca hissediliyor. Adem her ne kadar uzak durmaya çalışsa da zamanla Diler’le yakınlaşıyorlar. Geçmişlerine dair merak gittikçe artıyor ve anlatmaya başlıyorlar. Olduğu ya da olmasının istenildiği gibi…
Adem’in iş deneyimi üzerinden gösterilen “plaza hayatı” çalışma düzeninin korkunçluğunu gösteriyor. Özel sektördeki ezen ve ezilen arasındaki uçurum, bitmeyen mesailer, yükselme arzusu ve çılgın bir çalışma temposu. Romanda ofis hayatının incelikleri de anlatılmış. Rahat bir çalışma ortamı için hazırlanmış mistik mekanlar, motivasyon arttırıcı organizasyonlar ve bitmeyen bir yarış. Sınıfsal farklılıklar. Yazar tüm bunları kara mizahla gösteriyor bize.
Arka planındaki siyasal ve ekonomik durum da roman boyunca kendini hissettiriyor. Yabancısı olmadığımız bir gerçeklikle devam eden roman gerçeküstü bir anlatımla son buluyor.