Kırmızı kar yağdı, yağmaz diyordum yağdı. Artık her adımımı ince ince planlamak zorundayım. Selamların ve gülüşlerin dozu, nezaketin ve dürüstlüğün ölçüsü, eteklerin boyu, v yakaların açısı. Gözleri ne kadar güzel, bakmasın bana öyle. Kafamı nasıl çevireceğimi, ne kadar dik oturacağımı, sipariş edeceğim yemeği, yanındaki içeceği. Çocuk kahveye çağırdı abartma. Omuzları. Erkeklerde geniş omuz yasaklanmalı ya da ayıplanmalı bilmiyorum. Ayıplar yasaklardan fazla işe yarıyor çoğu zaman. Demek ki sosyal toplumların gerçekten kanunlara ihtiyacı yok. Yaşasın anarşizm. Aferin sonunda sen de kendine bir şeyizm buldun. Küpe diye takarsın, göz alır. Küpe takmamalıyım, saçlarıma karışıyor. Açar işte karışıklıkları Alperciğin. Oldu. Saçlarım açık durmalı. Bordo oje sürmeliyim, kırmızı ondan çok benim dikkatimi dağıtır. Gülünce ağzından yaramaz çocuklar yayılıyor etrafa sanki, sapanla beni alnımdan vuruyorlar. “Ama” yerine “fakat” kullanmalıyım, “mesela” demeden örneğe girmeliyim. Hobilerimden bahsetsem nasıl olur acaba? Aferin Melek, bahset tabi. King, batak severim dersin. Kahveci Şenol Amca'yı anlatırsın. Tadına doyamadığın tostunu, çayının içini değil ruhunu ısıtan dumanını. Tek sıcak yer kahveydi, evi ısıtmaktan ucuzdu çay desen? Ardına da patlatırsın Müslüm Babadan bir şarkı. Çok şükür hiç şarkısını bilmiyorum, belli ki kontrolden çıkmam an meselesi.
Kitap okuyorum desem çok klişe, öykü yazıyorum desem okumak ister, şiir çok tehlikeli. Anlamazsa güler. Basketbol desem, "bu boyla mı?" diye geçirir içinden. Artık illa yeri gelirse kitaba müziğe gireceğim, şansım yok. Sakinliğimi korumak zorundayım. Güzelliğime yaslanırsam bunu anlar, bunu ben de anlarım daha fena. Kendime izahat vermekten bıktım.
Bana yazdığı satırları açıp tekrar okudum.
-Kahve içmek ister misin? (Soru ekini ayırmış.)
-Olur
-Bu akşam olur mu ? (Yine ayrı.)
-Olur
-Dokuz gibi olur mu? (Şimdiden oyunlu mesajlara mı başladık?)
-Olur.
-Seni alırım. Evini biliyorum. Eylem'i bırakmıştım bir seferinde. (Büyük harfler, üstten virgüller.)
-Olur.
Saat kaç? Yedi on beş. Duşa gireyim. Ben bu işi kıvıramayacağım. Bir seneyi geçti kuruyorsun kafanda Melekcim, sakin ol. Duşuna gir, saçlarını yap, giyin, biraz müzik aç. Çıkmadan birkaç şiir oku hatta, ruhun şenlensin. Şenlikli ruhların karşısında kim durabilir? Alper Bey durur. Ama ne duruş!! Yüz doksan santim, ışıldıyor deniz feneri gibi. Sabahları uranyum mu atıyor ağzına? Abartma tamam, düz insan işte. Kahve diye peşinde kaçtır görmüyor musun? Görmüyorum efendim. İlgisi ilgimi azaltmıyor bu sefer.
Nerede içeceğiz bu kahveyi? Okuldakiler görmese bari. Şehrin yerlileri görecek o daha fena. Eve çağırsam sakin sakin. Ne iyi düşündüm. Taşlasınlar beni İstanbul'a doğru. Kim bu adam kızım, evinde ne işi var? Bir şey sanacak kendini. Bir şey gerçi, hem de bayağı bayağı bir şey. Namazında niyazında diyorlar. İnsanların dini inanışlarına saygılıyım. Hadi oradan. Sen ancak insanların dini inanmayışlarına saygı duyarsın. Neyse ne, nikahıma alacak değilim. Daha çok seyirlik bir parça. Niye böyle sığ erkekler gibi konuşuyorum? Parça ne?
Ben hiç yapmasam saçlarımı, salsam kendimi. Dikkat etmesem, söylesem aklımdakileri. Zaten öyle dini bütün bir kardeşimizse aklımdan süzüp konuştuklarımla da kaçar. Misal “kadın erkek denktir”le başlarım, “tek eşliliğe inanmıyorum”dan çıkarım. Sonra kalan sağlar benimdir. Sağ kalan oldu mu hiç? Yok. Tarafların içindekileri dışına sızdırması ilişkilerin uçak kazası. Gök ile yer arasındaki o kısa süreçte öyle bir yıpranıyorsun ki çarpmanın etkisi devede kulak kalıyor.
Elbise giy. Kadın dediğin elbise giyer. Sen zaten kahve içmeye hep en janti elbisenle gidersin. Çingene eteğimle giderim. Olur mu? Olur bu sefer. Kim bu adam, neyin stresi anlamadım ki? Giy uzun eteğini, atletini üstüne. Oh… Vallahi süslenmeyeceğim. En kötü halime göre karar versin. Ha sen verdin kararını beyimizi bekliyorsun, öyle mi? Melek ben seni bunun için mi eğittim? Kaderini başkalarının ıstakasına bırakan bilardo topları gibi misin? Bir Mungan eksikti. Ama iyi demiş, haklı. Yok efendim, top mop değilim ben. Bu iş yanlış. Giy eteğini, al şalını omuzlarına, in sahile bir banka, isterse gelsin. İstemezse? İstemezse bütün heybetiyle Karadeniz olacak karşında. Karanlık, tehlikeli, istikrarsız, gebe bütün fırtınalara. Alper'in kara gözlerinin yerini de ancak bu keser. Salla mesajı.
-Ben sahile iniyorum. Gelebilirsin. (Ayıp bu da. Neyse.)
-Kahve getireyim mi? (Hâlâ kahve diyor.)
-Olur.
-Olur dediğin her şeyden cayıyorsun farkında mısın? Yoldayım.
-Öyle olduğum için geliyorsun, ben onun farkındayım. (Yapma Melek, çok erken kibir için, onun da vakti var... Pes!)
-Her şeyi gördüğünü biliyorum, bile bile geliyorum. (Nefes al, derin derin.)
Tamam artık cevap yazma laf ebeleri gibi. Gelsin bakalım. Hak etti Melekcim, seni görmek istiyor. E göster bakalım, bakmayı bilecek mi? Şimdiden biliyor, görmüyor musun? Böyle güzelliğin akıllısı da zor. Aşık mı olacağım? Keşke... Namaz niyaz? Yoktur öyle bir şey. Varsa? Varsa yazık, hem dışının hem içinin güzelliğine. Seni de doğru yola sokar belki. Hah işte ona beş Alper daha lazım. Aferin, konuş kalın kalın.
Sahilde oturmak için yanlış mevsim, şal yetmeyecek. Alper Bey ceketini verir tam olursunuz. İşte geliyor. Kara kule. Ne sakin, acelesiz, kahve de yok. Olur dedim ya içmeyeceğimi anladı. Zaten kahvelik değil ortam. Gülme Melek. Herkes gülerek karşılanmaz. Bak öyle Karadeniz'e bakar gibi. Nelerin altından kalkabilecek gör. Hoş karşılanmaya alışıktır o, senin hüznüne nasıl sokulacak bakalım. Ne çıkardı o cebinden? Cep şişesi mi?