Hesaplaşma

Özlem Şan
Hesaplaşma

Hesaplaşma

AbuyofolloM

Kimse kalkmadı ayağa, 'hoş geldin' demedi, bakmadı yüzüne. Karısı, çocukları,  damadı, sus pus. Hepsi televizyona bakıyordu. Türkücünün biri kurşunlanmış. Severdi bu adamı, yazık olmuş. Büyük kızı Filiz, önüne bir sehpa koydu. Küllük ve çay bıraktı. Odanın en ucuna gitti, bir sandalyeye ilişti. Konuşmuyorlardı, konuşmasınlardı. Biliyordu; ne diyeceklerini, nasıl bağıracaklarını, suçlayacaklarını. Damadı sigara uzattı. Çakmağı uzatacağına yaralı bereli koca pazarcı ellerini göbeğinin üzerinde birleştirdi, yüzüne baktı dik dik. Televizyonda vurulan adamın şarkıları, ah kader diyordu, alnının kara yazısı. Alın yazısı bu, dedi içinden; yazılanı silemezsin ya!

 Karısı sigara yaktı. Koca bir soluk aldı. Dumanla birlikte “Yazıklar olsun!” üfledi. Gözleri parlıyor, delip geçiyordu Ahmet'in bedenini. Yazıklar olsun! Bu yaşında, utanmadan; çocuklarını, beni, itibarını düşünmeden... İtibarı! Koskoca Kara Ahmet demişlerdir, kızı yaşta kadınla!... Bu da gönül, diyecekti o. Taş değil ya! İnsan değil miyim ben? Yeniden sevemez miyim? Karısını da sevmişti. Yetmiş yaşında bir koca ihtiyara sözlemişlerdi Habibe'yi. O zaman on beşinde, dal gibi, mühür gözleri. Her şeyden habersiz, bilmez etmezdi. Öyle de kaldı ya! Kaçırdı köyden, şehre getirdi. Düğünlere derneklere götürdü. Şehir elbiseleri aldı. Ses etmeden giydi Habibe, yakışmadı hiç biri. Dan dun konuşmaya devam etti. Bembeyaz fersiz yüzü, sanırsın mezar taşı. Yıllar geçti işte. Yıllar, bu mezar taşıyla.

 Başı önüne eğik Ahmet'in. Parmağındaki alyansı çeviriyor. Cevap vermesini beklemiyor kimse. Herkes diyeceğini diyor. Tansu işaret parmağını kaldırıyor havaya. Sen diyor, hep namus dedin, şeref dedin bize. Hani nerde namusun? Şerefin? Karşısında bas bas bağıran oğlu, doğduğunda kıpkırmızı suratı, koştuğunda kıpkırmızı. Terler yine o kırmızı surat, utanır aynı, ağlar aynı. Şimdi gözlerini koca koca açmış da, hep o kırmızı suratı; Nasıl yaparsın? Nasıl aile rızkımızı kadınlara yedirirsin? Kadınlar değil diye düzeltti Ahmet, bir kadınla oldum ben. Küçük kızının hıçkırığını duydu. Kabul ediyorsun yani, o kadınla olduğunu? Elinde bir mendil, yaşlı gözleri. Tıpkı babasının gözleri derlerdi hep, Ahmet aynı sen bu kız, hiç çekmemiş annesine. Güzeldi, aydınlıktı bakışları, adını Yeliz koydu.

 Dayanamıyor artık Ahmet. Konuşmayacağım diye söz vermiş kendine. Tutamıyor sözünü: Ben adice bir şey yapmadım. Gönül bu, söz geçiremedim. Rızkınızı yemedim. Ama işler kötüleşti. Eskisi gibi kazanamaz olduk. Nakliyeciler birer birer batıyor. Sen de görüyorsun ya oğlum. Yıllardır, benimlesin işte. Ekonomi kötüye gidiyorsa, o da benim suçum? Tansu, yüzüne doğru gelen bir şeyi itermişçesine sallıyor elinin tersini havada: “Geç bunları baba! Geç!” Geçiyor Ahmet. Başka zaman olsa bu harekete cüret edebilir miydi Tansu, diyor içinden. Habibe, dizlerini ovuyor. Dudakları kıpır kıpır; dua mı beddua mı? Acıyor karısına. Yaşlandı da... Kendisi de yaşlandı. Saçlarındaki beyazlara inanmadı. Limon sürerdi kapkara saçlarına gençken. Akşamüstleri köyün meydanından geçerdi de, tarladan dönen kızlar gözlerini alamazdı. Kara Ahmet adını da onlar takmıştı. Sonra bütün köyün diline dolanmıştı. Nerden nereye... Şehirde de böyle bilindi. “Kara Ahmet köyden çıktı çıkalı, yürüdü gitti” dediler arkasından. Önce şoför oldu, sonra kırmızı bir kamyon aldı. Derken ikincisi, üçüncüsü... Patron oldu, şirket sahibi Kara Ahmet. Tansu büyüdü, okumadı akılsız, yanına aldı, bu zamana dek onunla çalıştı. Bütün gün büroda deri koltuklarda kasıldı durdu oğlan. Bir kez olsun direksiyon sallamadı. Hiç bilmedi, o koca kamyonlar nasıl inilder yolda. Şimdi böyle konuşup da, bilirmiş gibi...

 Filiz, önündeki çay bardağını alıyor. Koyma dedi Ahmet, içemiyorum zaten. Filiz, ilk göz ağrısı. O niye konuşmuyor hiç? Hiçbir şey yokmuş gibi çay doldurmaya kalkıyor. Bardak mı kırdı, ödevini mi yapmadı... Gerçi patronuma kızdım, oğlana kızdım, hep ona... Hep bu kıza yaptım ben, dedi içinden. Neye kızdımsa, kime kızdımsa ondan çıkardım. Evlatlarımdan bir o dayağımı yedi. Tansu'ya kıyamadım, Yeliz bebekti. Sonra sonra büyükler araya girdi, “Dövme, aptal edeceksin kızı! Yazık değil mi, el kadar sübyana” dediler. Zor vazgeçtim huyumdan. Gençtim, hayat zordu. Tokadımı yedi mi bir şeycikler demezdi. Anası gibi ağlayıp bağrınmazdı da. Susar, bakardı gözlerime. Aynı şimdi baktığı gibi... İncecikti, narindi, doğduğu ilk gün iki avcuma sığmıştı. Yaşamaz dediler, yaşadı. Adını Filiz koydum.

 Olmuşa vahlanmanın manası yok. Paraları orospularla yemedim. Kumarım içkim olmadı. Yalnız bu kadın oldu. Kabul edemiyorsanız, çeker giderim. Ne varsa size kalsın. Karısı, “Ne? Ne? Ne!” diye haykırdı: Çekip gitmek!? O kadına? Boşayacaksın beni ha? Ahmet de inanamamıştı dediklerine. Ne zaman vermişti bu kararı? O istiyordu ki, her şey aynı kalsın. Diğerini de bırakamazdı. Pek güzeldi, sonra yeniden erkekti onunla, güçlüydü, kuvvetliydi. “Aslanım” diyordu ona. Karısı demezdi, kapılarda karşılamazdı, gülümseyip boynuna atılmazdı. Hem seviyordu kadını. N'apsındı:

 -Ya ne yapacağız Habibe Hanım?

  Önce herkes sustu. Sonra hepsi konuştu. Aynı anda, bağırarak... Oda, uğulduyordu.  Hiç kimsenin dinlemediği sözler havada asılı kaldı.“Alçak!” “Anne yapma, tansiyonun düşecek.” “Bir güleryüzün mü vardı be kadın?” “Utanmadın mı?” “Boşayamazsın annemi” “Yukarıda Allah var! Öte tarafta yanacaksın, yanacak!” “Sakin!”

 Kara Ahmet elini kalbine götürdü, koltuğa çöktü. Damadı, Habibe'nin önüne geçti. “Anne sakin ol lütfen!” Şimdi Sami herkesi susturmuş, elini kolunu sallaya sallaya konuşuyor: Böyle parlamanın anlamı yok. Sakin olun ki çözelim bu işi. Anne biraz anlamaya çalışmalısın bak! Baba sen de, bu saatten sonra ne boşanması çoluğunu çocuğunu bırakıp!  Damadı Sami; pazarcı, çenebaz, suya götürüp susuz getiren cinsinden. Nasıl da konuşuyor büyük büyük? Habibe de dinliyor bunu. Zamanında burun kıvırmıştı Sami'ye. Gelip istemişlerdi de Filiz'i, pazarcıya kız vermem demiştim. İyi ettin, demişti Habibe'de. On yıl göremedim kızımı ben, bu Sami yüzünden. Vermedim, kaçırdı benden. Yıllar geçti, barıştık, o zaman da hiçbir şey söylemedi Filiz. Şimdi de söylemiyor. Yalnız bu herif konuşuyor.

Ayağa kalktı, Sami'nin sözlerine aldırmadı. Nereye diye bağıran Tansu'ya yanıt vermedi. Sendeleyerek ilerledi, kapının eşiğine gitti. Filiz arkasından gelmiş, ceketini uzatıyordu ona. Kızının yüzüne baktı. Bir umut, yanıt aradı gözlerinde. Yoktu.