Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Tomris Uyar, Sevim Burak... Edebiyatımızın güçlü kadın kalemleriyle bağ kuran bir metin elimizdeki: Uyku Kaçsa, Rüya Kalsa. Pınar Sönmez'in ilk kitabını konuşurken bir yandan tüm bu isimleri anıp bir yandan da kadınlık halleri üzerine konuşacağız.
"Tante Rosa bütün kadınca bilemeyişlerin tek adıdır" diyen Sevgi Soysal ve "Hassasiyetin Son Günleri" öykünüzle başlayalım. Canan da bir kadınca bilemeyiş hali değil mi?
Öykünüzün başında Tante Rosa'dan bir alıntı var: "Herşey özlenebilir. Herşey tutku konusu olabilir. Herşey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir." Kutsal ve aşağılık! Bu iki kavram, kadına en çok biçilen roller...
Kadına bakışın ve kadının hayat içinde katıca konumlandırılışının sıkıntılı sonuçlarının an be an yaşandığı bir ülkedeyiz. Çok sevdiğim bir sanatçı dostumun Uyku Kaçsa Rüya Kalsa’yı okuduktan sonraki konuşmamızda kitapla ilgili hissiyatını ifade eden sözcükler, benim zihnimde önemli bir yer tutuyor, tutacak. “Cesaret verici…” Bu benim için önemli yorum, aslında sorunuza da getiriyor beni. Gerek bu öyküde, gerek diğer öykülerimde kadına hangi düşünce zinciri ile bakıldığından ve önyargılardan ziyade, beni kadının merceğinin, sözcüklerinin, akışa verdiği mânânın ilgilendirdiğini görüyorum. Yazarken bir amaçla çıkmıyorum yola, bu nedenle şimdi “görüyorum” dedim. Edebiyat “nasıl”ı anlattığı için dil ve zihinle işlenen ve elbette demlenen öykülerin getirdiği toprağa sonradan da bir bakmak gerek. "Hassasiyetin Son Günleri"nde de kadına yönelik bir bakıştan çok, hayatın “kendiliğindenliği" karşısında bireyin bakışı var. İşte Sevgi Soysal'ın, Tomris Uyar'ın, Sevim Burak'ın, Tezer Özlü ve Leylâ Erbil'in kendiliğindenliği, başkaldırıyı, gündeliği, bambaşkalığı anlattıkları dile selamın içeriği de bu. Onların edebiyatının gücü, kadının mağduriyeti üzerinden değil, bireyin aklına, hakkaniyete ve özgürlüğe açılan anlatılarından kaynaklanır.
"Kendiliğindenlik" kavramından bakmak, sizin öyküye tutumunuzu da özetliyor gibi... Anladığım kadarıyla "kadın" hikayeleri yazmak gibi bir amaçla değil yazıya oturuşunuz. Bu yüzden daha hakiki bir metne vardığınızı düşünüyorum. Bir de, edebiyatımızda var olan bir "kadın yazar" algısı var. Neredeyse tipleştirilmiş neredeyse önyargı haline gelmiş kadın yazar, yalnızca kadınların acılarını, ezilmişliklerini yazan... Bir yandan da feminist yazın, edebiyatın eril bir dile sahip olduğu, kadınların kendine ait dili, söylem biçimini bulması gerektiği önermesi ortaya atar. Kundera bir söyleşisinde "Bütün büyük romanlar, bütün hakiki romanlar biseksüeldir. Demek istediğim, hem kadınsı hem erkeksi bir dünya görüşünü ifade ederler. Fiziki kişiler olarak yazarların cinsiyetleri kendi özel meseleleridir" diyor. Eril, femininen ya da biseksüel? Sizce nasıl bakmalı bu tartışmaya?
Kundera’yı çok başka ve sahici bir yerde tutarım. Hem edebiyatla, hem felsefeyle, hem müzikle ilişkisi, kendine özgü yöntemiyle yazdığı bambaşka romanları, romanları kadar denemeleri de başucu kitaplarımdan. Sorunuz, Sabit Fikir’e yazdığım ve Kundera’yla başlayan yazımı getirdi aklıma. Kundera, Roman Sanatı’nda, “Büyük resmi değil, küçük resimdeki büyük resmi göster,” der. İnsanı, hayatı, edebiyatı belirleyen, kurulan dil ve dolayısıyla Ursula K. Le Guin’in deyimiyle “bulunan” dünya, dünyalar. Odağınız cinsiyetse o yoldan kurulan bir dile hapsolursunuz. Halbuki edebiyat özgürlüktür, sınırsızlıktır. Odağınız sözcükler, anlam ve hayat olunca kurmaca da bir doğa olayı gibi kendini sınırsızlıkla ve özgünlüğüyle gösterecektir.
Öykülerinizi şöyle bir tekrar taradığımda zihnimde bir kelime çınladı: Mesafe. Ayrılıklar, yabancılar, yurtdışında ya da yan dairede insanlar ama hep bir uzaklık var. Karakterleriniz ister aşmaya çalışsın ister kurtulmaya çalışsın, mekansal ya da duygusal bir mesafeyle yüzleşmek durumundalar. Özellikle “yabancı”. Lobideki yabancı adam ya da çarpıp kaçan sarı saçlı mor elbiseli kız gibi. “Bir İlişkinin İlk Sözlüğü” öykünüzde ise “Şimdi ben gerçekten dışa gidiyorum. Dışa, en dışa… Tanınmayana, tanınmayanlarla. Bir daha hiç göremeyeceklerimle… Bir bakıma yalnız.” Mesafe ve yabancı kelimelerini de öyküdeki sözlüğe alsaydınız nasıl tanımlardınız?
Sözlük formunda ele almak güzel fikir. O zaman bu fikir limanından çıkıp söyleşimize özel sözlüğe varalım.
MESAFE: Farklı açılardan gözleyeceksek mesafeyi, önce yazarın açısından bakalım. Aykırı Akademi’ye bir yazıda, “Kendimi özlüyorum, diyen yazar blok zamanla yazmayı özlüyor demektir” yazmıştım. Yazar için mesafe, kapandığı anda doygunluğa ulaşılacak olan ve kaleme, anlatıya, arayışa giden esenlik yolu. Edebiyat açısından ise, içinde pek çok olasılığı barındıran, yazı macerasının köşe bucak pek çok noktasına işlemeyi sağlayan, özlemek kadar kavuşmayı da kapsayan, kapsayabilen, pek çok yan halkaya fırsat veren upuzun, göz alıcı ve kendine özgü bir zincir. Öykü karakterleri içinse kendilerini dinlemeleri, zihinlerini ve duygularını deşmeleri, kuralları(nı) yıkıp yıkıp yeniden kurmaları, kendilerini adeta bir kule gibi yeniden inşa etmeleri ve elbette bize bunu göstermeleri için bir fırsat.
YABANCI: Paul Auster, Yalnızlığın Keşfi’nde “Yaşantısı artık içinde bulunduğu zamanda geçmiyor gibiydi,” yazar. Öykülerimde, yabancı ile karşılaşmak ise, yaşantının tam da o anda geçmesini getirir. Şimdiki zamanda yaşayan, özgürleşir. Yabancı, bu anlamda bir ayna ya da yanıp sönen bir kırmızı ışık olur. Denizin çağrısı gibidir sesi ve çağrılan, onun sayesinde yüzmeyeceği sularda yüzer, denizi biliyorsa okyanus, okyanusu biliyorsa gölü öğrenir. Ve en güzeli, hiç bilmeyenin yüzmeyi öğrenmesi değil midir…
Son olarak şunu sorayım: Leylâ Erbil, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Sevim Burak, Tomris Uyar. Bütün bu yazarların cümlelerini seçmeniz sadece öykülerin/karakterlerin onlarla ortak sözleri olması mı? Yoksa öykülerin bütünüyle çizilen bir kadın evrenini tamamlaması için mi kadın yazarlardan alıntı yaptınız?
Hem yazdıklarıyla, hem cesaretleri ve kendi yollarını çizme iradeleriyle o harika yazarlara selam göndermek istedim. Tabii şimdiye kadar yazılarımla, onların yazın hayatlarını da incelemiş ve dünyalarında inceden inceye keşif yolculuklarına çıkmış olmam da etkili olmuştur bu isteğimde. Tomris Uyar’ın güzel kitabı Yaz Düşleri Düş Kışları’nın adı gibi bir dilek… “Öykü Buluşmaları Buluşma Öyküleri”.