Direniş

Servet Karaaslan
diren

diren

Yunus Kocatepe

Zifiri karanlık. Siyah değil, siyah olsa görürüm. Açık mı gözlerim? Ellerimle dokunuyorum. Gözbebeklerim yanıyor. Bu eller benim mi? Bu büyük, sert, kalın eller. Neredeyim? Dokunuyorum; soğuk beton, dikenli duvarlar... “KİMSE VAR MI?” diye bağırıyorum. “Var mı ıı?” yanıt vermiyor. Neredeyim? Kimin sesi bu? Böyle çaresiz, sinmiş, korkak, zavallı, yaşlı, çocuk, kadın, erkek erkek erkek  
  Bir yerlerim ağrıyor anam bir yerlerim karanlıktan da beter. Bu karanlık siyahtan da beter, sesim anam sesim neden böyle sesim? Siyah değil diyorum. Siyah olsa görürüm, bu siyahtan da beter
  “Allah diye bağırma lan! Giriştekini okumadın mı?”
 “Okumadım. Bilmiyorum.”
 “Hani bunlar okumayı çok severdi len! Okumadım diyor.”
 “Yalan söylüyor abi. Ne numaralar var bunlarda bilmez misin?”
 “Bilmez miyim? Şimdi öttürecem pezoyu.”
   Allah yokmuş, peygamber izne çıkmış. Nereye gitti şu peygamber? Kim kurtaracak şimdi beni? Peygamber gelecek esmer teniyle, Allah belirecek uzun beyaz fistanıyla. Askıdan alacak beni: “İyi direndin yoldaş” diyecek, öpecek alnımdan. ' iyi direndin haydutlara, namussuzlara.” çıkaracak merhemi koltuk altından. Sürecek yaralarıma.  
  Çok karanlık be anam! Nasıl anlatsam sana? O soğuk kar yağmayan kış gecelerimizi düşün; hani yıldızı olmayan, ay’ı sönmüş göğün sonsuzluğunu… Düşün anam; elim ayağım yok. Gözüm sönmüş. Kollarım çürüdü. Karanlıktayım. Karanlıktayım. Karanlıktayım. Çok karanlık be anam! 
Ayağa kalkıyorum. Çok kalmadan yere seriliyor bedenim. “Kimse yok mu?” diyorum bu sefer. Duvara yapışıyor sesim. Duvar mı karşımdaki? Bir karartı. Ardını görüyorum karartının. Gündüz vakti, çiçekler açmış. Bir çocuk koşuyor yalın ayak: Benim ayaklarım. Toprak havalanıyor, kelebekler ardı ardına... Ellerimi açıyorum. Rüzgarı kucaklıyor elim. Güneşi emiyorum. Koşuyorum. Koşuyorum. Koşuyorum. Koştukça büyüyorum. Büyüdükçe yalnızlık... Önce kelebekleri kaybediyorum, toprak sertleşiyor. Koşuyorum. Güneş arkasını dönüyor, küçüldükçe sönüyor güneş. Koşuyorum. Önüme insanlar çıkıyor; genç, yaşlı, kadın, erkek erkek erkek 
  “Yaşın kaç lan.”
  “On sekiz.”
  “Yalan söyleme lan piç.” Suyu boşaltıyor başımdan. Nefesim kesiliyor. “İbrahim!” diyor başka bir ses. “Karıya gittin mi hiç len?” “Gitmedim.” “Niye olum? Erkek değil misin sen?”
  “Erkeğim.”  “Karıya gitmeden erkek mi olunurmuş pezo?” gülüyorlar.
 “Eşşek s.ktin mi bari ibrahim?” “Hayır.”  “Tavuk?” “Hayır.” “Ya kedi ibrahiim?.. Kediye gittin mi hiç?” “Hayır gitmedim.” “Ee neye yarıyor o zaman kesip atalım.” Kahkaha atıyorlar. Utanıyorum. 
  Zifiri karanlık. Yalnız değilim sanırım. Ayaklarıma çarpıyor. Ellerime dokunuyor. Bacaklarımın arasında geziniyor; kokluyor, öpüyor, sarılıyor. Sesimi çıkarmıyorum. Sevmiş olmalı beni. Çürümüş etimi ısırıyor arada. Öptüğü yerlere dokunuyorum. Sıcak bir ıslaklık... Fare olmalı? Koca parmaklarımla dokunuyorum. Parmaklarımı yalıyor. Bir anne sıcaklığı, bir dost şefkati beliriyor. “İsmin ne senin?” yine o ses. “Şşıt... sana diyorum.” Fazla çıkıyor bu sefer sesim. Ürküp, kaçıyor. 
  “İbrahim abi. İbrahim Yıldırım. Vallahi billahi İbrahim ismim.” “Kod ismini söyle lan bize orospunun evladı. Biz de biliyoruz 'İBRAHİM’.” “Kodum yok abi. Vallahi yok.”
 “Abi değil lan piç kurusu. Komutanım diyeceksin bana. KOMUTANIM.” 
  Gözlerim bağlı. Sadece duyuyorum. Yüz kilo, iki metre boyunda olmalı. Büyük burnu, kocaman elleri var. Elinde demirden olduğunu düşündüğüm kalın bir boru... Bir tek parmak uçlarım değiyor yere. Sinirlendikçe sallıyor boruyu çıplak tabanlarıma. 
  Öyle böyle bir ağrı değil bu anam alsalar vereceğim ayaklarımı kollarımı ellerimi diz kapaklarımı gözlerimi göz bebeklerimi karnımı sırtımı alsalar bir dakka durmam vereceğim bedenimi ruhumu alsalar vereceğim ismimi de alan yok be anam kimse yok burda bir tek karanlık hep karanlık çok karanlık
   
  Hücrede olmalıyım. Penceresi olmaz hücrelerin. Ya kapı? Tekrar kalkmaya çalışıyorum, duvardan destek alıp. Doğrulanmadan yere çöküyorum. Nerede şu kapı? Kapısız oda mı olur? Ya oda değilse burası. Belki de bir tabutun içindeyim. Ölmüşüm. Evet, ölmüş olmalıyım. Evet evet, kesin öldüm ben. Elektrik veriyorlardı ıslak vücuduma; meme uçlarıma, kafama, yanaklarıma ve en son “Madem işe yaramıyor...” deyip orama verdiler. “Ne ötüyor, ne geberiyor orospu çocuğu.” sesini duyduğumda gözlerim kapanıyordu. Öldüm sonra. Ölmek öyle bir şey demek; kolayca, ucuz, karanlık, bir anda, acıklı, gururlu, mertçe, sessiz, kimsesiz, rüya gibi... 
  “Vay be, öldüm demek...” tabut iyi ama; ferah, genişçe, iki üç kişilik olmalı. Başka birini getirirler belki. Fareye 'Siktiri' çekerim o zaman. 
   “Ne konuşuyon lan kendi kendine?” İrkilip, doğruluyorum. Nerden geldi bu ses diye düşünürken küçük bir pencere açılıyor. Alevler beliriyor, yanık kokusu, bağırış sesleri… İşlediğim günahları düşünüyorum. Ne yapmış olabilirim?.. Cehenneme girecek ne yaptım?
   “Hey sana diyorum… Kafayı mı sıyırdın? Hahhaha” kaba, kendini beğenmiş, korkunç sesi yankılanıyor tabutun içinde. Sesimi çıkarmıyorum. Bir devrimci değil, ölmüş, günahlarının cezasını bekleyen, içine sinmiş bir zavallı oluyorum. Hem bir zebaniyle nasıl konuşulur ki..?
  “Dilini mi yuttun lan vatan haini?” diyor bu sefer. “Öldün mü yoksa?” “Öldüm mü..?” diye tekrar ediyorum sessizce. Kaç defa ölünür ki? 
  “Bana işkence ettiler. Ağzımı burnumu kırdılar, elektrik verdiler, aç bıraktılar.”
 “Hadi ya..!” diyip kıs kıs gülüyor. “Başka ne yaptılar?” “Öldürdüler beni sonra. Doymadan daha hiçbir şeye, öldürdüler beni. Vedalaşmadan kimseden, bir sevgiliye dokunmadan, sevgi nedir bilmeden, gönderdiler beni buraya. 
  “Ne diyorsun lan sen? Ne ölmesi..?”
 “Anam ne haldedir şimdi kim bilir? Nasıl üzülmüştür? Hiç düşünmeden öldürdüler. Suçum nedir bilmeden, şöyle oturup babamla iki kelam etmeden dünyada olup bitenleri, anama doya doya sarılmadan, sevdiğim şarkıyı son kez dinlemeden sigara içip… Öldürdüler beni. Gömdüler şu karanlığa. Ufalmış bedenimi yıkamadan, toplayıp gömdüler beni. Öldürdüler. Öldüm. Öldüm. Öldüm… Neden öldürdüler?..” 
  Kesildi ses. Ya da ben duymamaya başladım. Küçük delikten ufalmaya başladı alev. Tamamen söndü bir müddet sonra. Yine karanlıktaydım. Yavaşça kapadım gözlerimi. Top peşinde koşuyordum. Ardımda çocuklar… Güneş bütün aydınlığıyla gülümseyerek uzaklaşıyordu. Leğenin içinde başımı sabunluyordu annem. Gözüm yansa da ağlamıyordum. Dereye atlıyorduk çığlık atarak. Küçük, mutlu bir çocuktum. Yaşıyordum. Herkes yaşıyordu. 
   “ÖLDÜRDÜLER BENİ.”