On üç yaşına girdiği günün sabahı, babası uykusundan bir daha uyanamadı. Kaya Kartalı avcısıydı. Büyük annesi: “öldü” dedi. Ölümün bir daha görmemek olduğunu anlaması uzun sürmedi.
Babasından öğrenmişti; Kaya Kartalı’nın nasıl avlanacağını, sabrı ve gözlemi de.
Artık tek başınaydı. Kaya dağlarının eteğindeki ormana kadar yürüdü. Yorulunca çamların altına boylu boyunca uzandı. Bir düşten uyanır gibi, yekinip sırtını en yakın ağaca yasladı. Uzun bir nefes boyu ellerine baktı. Sanki babasının elleriydi. Babasının avcılığı başkaydı. Kimseninkine benzemiyordu. Silahı da oku da sapanı da elleriydi.
Bu dünyadaki varını yoğunu doldurduğu keçi kılı heybeden kazmasını çıkarıp toprağı kazmaya başladı. Baharın ilk günleri olduğu için toprağı kazmak kolay değildi. Zorlanarak da olsa istediği gibi bir çukur kazmıştı. İçine girip oturdu. Rahatlıkla avını bekleyebileceği büyüklükteydi. Topladığı çalı çırpıya sarmaşık ve yaprakları sararak elini geçirebileceği büyüklükte delikleri olan dört köşe bir kapak ördü. Kapağı kazdığı çukurun üzerine yerleştirdi. Ölçü tamdı. Ot ve yaprak toplayarak kapağın üzerini iyice gizledi. Çukur görünmez olmuştu. Heybesinden çıkardığı tilki leşini kapağın üzerine serdi. Kapağı yana çekip çukurun içine girdi. Kapağı, oturduğu yerden dikkatlice çekip çukurun üzerini kapattıktan sonra avını beklemeye koyuldu. Gün dönmeye başlamıştı ki avının döne döne süzülerek ve pike yaparak geldiğini otları araladığı delikten gördü. Bu kadar uzun süre beklemek yormuştu. Bitkin ve gözleri buğuluydu. Ördüğü kafesin arkasında soluk almadan otururken, avının kanatlarından sızan rüzgârın serinliğiyle kalbinin içindeki kanın boşaldığını hissetti. Kartalın pençelerini iki eliyle kavrayınca, orman uğuldamaya başladı: “Gün gelecek Kaya Kartalı'ndan daha cesur olacaksın evlat! Kuş deyip geçme, Asya steplerinde kurt avı için eğitilirler. Kazak geleneklerinde ise, avladıkları hayvanın ciğerini yedirirler Kartal’a.” demişti babası.
Ellerine bakınca öyle bir kahkaha attı ki ormanın uğultusu duyulmaz oldu.