“Hayat dediğin küçük adamların hikâyesidir, İngiltere Kraliçesi’nin hikâyesi bir boka yaramaz. “
Bu sayıda sizlere üç yazar tanıttım. Biri Reyhan Yıldırım, geniş okumaları ve birikimi ile dikkatimi çekti. Bunun dışında Boynumda Bir Dize İnci adlı son kitabını kendi adına kurduğu internet sitesinden yayınlaması da benim için yine dikkate değer bir konuydu.( http://www.reyhanyildirim.com/boynumda-bir-dize-inci/ )
Ayrıca “kadın yazarlık” kavramını çok boyutlu olarak tartışmaya açtığımız bir sayıda yer almasını istedik. Ve de bir diğer üzerinde durduğumuz nokta -ki zaten edebiyat: öyküleri ve öykücülüğüydü. Bu sayıda kuşakdaşımız yazarlara öncelik verelim dedik. Açıkçası yaş sınır koymadık ama. Bazı sevdiğim yazarları da bunu göz önüne alarak çalışmama kararı aldım. Fakat Reyhan Yıldırım’ın yaşını bilmiyorum. Evet, onun hakkında birçok şey biliyorum ama yaşını bilmiyorum doğrusu. Bunu sorma, araştırma, öğrenme ihtiyacı içerisine de girmedim doğrusu. Bazıları daima gençtir sanırım. Seray Şahiner bir diğer isim, hem genç hem de yetkin. Kadınsı ve çocuksu metinler. Ve bir diğer nokta da, özgün mizahî dil. Melek Ekim Yıldız ise tanıtacağım üçüncü yazar. Kitapçılarda aramayın, bulamazsınız. Melek Ekim Yıldız, metinlerinin büyük bir kısmını internet ortamında yayınlıyor. Görünür olmayı tercih eden bir isim değil. Böylesine görünmemesi, gözümüze sokulası bir şey bence. Hele ki ikonlarla yaşadığımız, gözlerimizin kocaman kocamanlaştığı bir dönemde. Seray Şahiner’in kitaplarına dair incelememi bu bölümde okuyabilirsiniz. Reyhan Yıldırım ve Melek Ekim Yıldız ile yaptığımız söyleşiler için de ilgili bölüme bakabilirsiniz. Keyifli okumalar.
Ara Güler bir söyleşisinde, fotoğraf ve sokak ile kurduğu teması şöyle dile getirir:
“Hayat dediğin küçük adamların hikâyesidir, İngiltere Kraliçesi’nin hikâyesi bir boka yaramaz. “
Şeray Şahiner de öyküye tam da bu noktadan bakar. Abartısız, sıradan ve sıra dışı. Evet, Tuhaf ve Tanıdık. Sokaktaki adsız kahramanların gündelik yaşantıları öylesine gerçekçidir ki ete kemiğe bürünerek çıkar karşımıza. Bir isim takarız, her gün karşılaşırız bu metropol insanlarıyla, kadınlarıyla. Kadın bakış açısıyla öykü yazmak. Kimi zaman da eleştirilir. Kimi zaman kadın yazar kavramı tartışmalara yol açar. Kimileri özellikle bu kavramı kullanıp toplumda yeni bir statü belirlese de bu fikirde olmayanlar da vardır. Bu tartışmalar devam ededursun. Seray Şahiner de yazmaya devam ediyor. Şimdilerde Antabus adlı bir romanı çıkan yazarın, öykülerine odaklanalım. Evet öyküye odaklanma vakti. Zira bu öyküler yaşıyor.
Seray Şahiner’in öykülerinde her türlü kadın tipi ile karşılaşmak mümkün olduğu gibi erkek tipi de görmek mümkündür. Aslında o insanı her yönüyle ele alan bir yazardır. Aldatılmış kadından, intikamcı kadına, mutsuz kadından, kıskanç kadına bir kadının her türlü ruh halini görmek mümkünken erkekleri de zayıf noktalarından yakalar aslında. Aslında çuvaldızı kendine batırırken iğneyi başkasına batıran öykülerdir. Ondan bu kadar acı ve ondan bu kadar komiktir. Kadın erkek ilişkilerine yakından bakar yazar. Ve bunu nostaljik bir bakış açısıyla yapar zaman zaman. Kadının o iflâh olmaz duygusallığı da eleştiri konusu olur öykülerde. Hatta bu duygusallık öykülerin çıkış noktasıdır çoğunlukla.
İlk kitabı Gelin Başı, Hulki Aktunç’un önsözüyle çıkar. Bu kitapta dikkat çeken nokta, ben anlatıcı ve yazar anlatıcının olayı iç içe aktarmasıdır. Ama ben anlatıcı öylesine baskındır ki, bu durum yazar anlatıcıyı geri planda bırakır, hatta öykü kişilerini bile geri atacak bir iç ses oluşmasına neden olur. Ve bu iç ses anlatıcıdan büyüktür.
Şehrin Zamanı
İşte yazarın nostalji ile kurduğu bağ, bizi ilk kitabındaki “İlk Öpüşte Aşk” adlı öykü başta olmak üzere Türkiye Sineması’na götürür. Bu öyküdeki Türkan Şoray-Müjde Ar karşılaştırması yerli sinemadan fazlasıyla beslendiğinin kanıtıdır yazarın. Ama gerçek aşk filmlerdeki gibi değildir ve metropol insanları eskisi kadar toz pembe hayaller kurmaz. Kurmasa da bu öyküler her insanın bir nostaljik yanı vardır fikrinden yola çıkar. Bu noktada bir kitaba işaret etmek istiyorum. Feride Çiçekoğlu’nun Vesikalı Şehir kitabı. Bu öykülerle aynı yerden bakar şehre. Eşikten. Şehrin zamanı, modernizmin İstanbul’un varoşlarına etkisi ve gelenek ile zaman arasına sıkışmış yaşamlar.
Şahiner’in Hanımların Dikkatine adını verdiği ikinci kitabı dokuz öyküden oluşur. Çocukluğumuzda ara sokaklardan seslerini duyuran seyyar overlok arabalarına kulak vermiştir yazar. Var mıdır çocukluğunda bu sesi duymayan?
“Hanımların dikkatine;
overlok makinesi, ayağınıza geldi. Halı, kilim,
yulluk, paspas kenarına,halıfleks kenarına overlok
çekilir. Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.”
Kadınların bu sesi duymasıyla başlayan öykülerle ilgili Seray Şahiner bir söyleşisinde şöyle der:
“Hanımların dikkatine” anonsunun, karakterler açısından anlamı ne?
Şöyle ki; evde ayna ile özellikle de birtakım hazırlık eşyalarıyla içine girdiğimiz bir aura var.
Kendimize dikiz aynasından bakıp, nasılız diye bir kontrol ediyoruz, sonra önümüzde bir fotoğraf
var ve sanki biz 'o' olacağız. İşte bir rimel süreceğiz Penelope Cruz olacağız, bir ayakkabıyla iki ay
yürüyeceğiz kalçamız Jennifer Lopez gibi olacak. O kapılmışlığın içinde 'Hanımların dikkatine
overlok makinesi ayağınıza geldi' anonsunu hazırlandığımız şeye ne kadar yabancı olduğumuzu
hatırlatan bir unsur olarak kullandım. Biz olmak istediğimiz hayata o kadar yabancıyız ki! O
mahallelerde yaşayıp Hollywood yıldızı olmak zor."
Bu nostalji ilk öykülerden başlar. Bir Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın filmi Sürtük. Öykülerle film replikleri birbirine karışır. Kadın duygusallığı ve hep bir beyaz atlı prens bekleme durumu mizahi bir dille anlatılır. Kurtarıcısını bulamayan kadınların trajedisi vardır öykülerde.
İkinci kitabıyla daha olgun bir yazar çıkıyor karşımıza. İç ses varlığına yine devam ediyor. Fakat baskın anlatıcı figürü, olayların üzerinde tanrısal bir hakimiyet kuruyor bu defa. En ufak bir ayrıntıyı kaçırmıyor. Yakından bakıyor.
Yazar bunları yaparken toplumsal çelişkilerin insan yaşamına yansımasını da konu etmiştir. Ve bunları da yine kadın karakterler üzerinden yapmıştır. Mesela, zengin, manikürlü tırnaklı bir kadın ile yanında bakıcı olarak çalışan bir genç kızı anlatır yazar. Ya da bunun etimolojik yansımasını gösterir. Zenginler için de fakirler için de aynı anlama gelen ve gelmeyen kelimelerin varlığından bahseder.
“Zenginler için de fakirler için de 'bunak' 'bunaktı' o vakitler. Şimdi olsa o sosyal sınıfa mensup biri ancak Alzheimer olabilirdir” (Hanımların Dikkatine, s.18).
Kadın öykü kişileri geçiş halinde eşikteki kadınlardır. Kendi kendine yetemeyen, yazarın değişiyle “odasında sessiz oturamayan kadınlar”, iki arada kalmış ama bunun da farkında olan. Filmlerdeki jönlerden bekleyen ama bir yandan da filmlerdeki kadınlar gibi olamayan, masumiyetini yitirmiş, şehirleşmiş kadınlar.
“Hem filmlerdeki romantizmi beğenme, hem filmlerdeki adamları iste. Tabii ters köşeye yatar hayatın”(Hanımların Dikkatine, s. 52).
Aşkın tüketim alışkanlığına dönüşmesi
Seray Şahiner öyküleri kadınları toplumda “kadınca” olduğu var sayılan iki yüzlülüklerle yüzleştirir. Kimi zaman hayatın farklı bir yönüne götürür bizi, aldatan kadın, ikinci kadın, metres, kuma. Ya da ikinci kadına üzülmek hiç aklımıza gelmez zira biz filmlerden böyle görmemiştik. Aşkın bir tüketim alışkanlığına dönüştüğü dönemlerden bahseder. Yeni ve tanıdık olabilmek. Kadınlığı böyle kullanabilmek. Bir tüketim nesnesi olarak kadın. Herkes Türkan Şoray olmak ister, ya bile isteye Müjde Ar olmak isteyen yok mudur? Seray Şahiner bunu cevaplar öykülerinde? Bak der, sen aslında busun.
Vesikalı Yarim filmine dönecek olursak: Öyküler Samatya’da geçer, Vesikalı Yarim filminin de baş rol oyuncusu Halil de Kocamustafapaşa’da oturur. Şehirle birlikte değişen hayatlar ve kadın karakterler. Kadınlar daha cüretkâr, hata yapan, daha yalnız. Çünkü bu durum şehrin kanında vardır. Seray Şahiner öykülerindeki kadınlarda böyledir. Vesikalı Yarim’in Sabihası. Şehrin üstüne üstüne yürür. Çiçekoğlu şehirle kadının ilişkisini şöyle ifade eder.
“Şehir dediğin, büyük şehirse hele, zaten vesikalıdır. Kadınlar evde kocalarını beklemezler, geç gelen kocalara yer yatağı sermezler. Sokaklarda gezerler. Gece yarısı tek başlarına dolmuşa binerler. Kimi karanlık camdan dışarı bakarlar.”(Vesikalı Şehir, s. 15)
Çok tuhaf ve çok tanıdıktır, aslında öyküler tam da bu noktada durur. Anlatılanlar çok içerdendir. Bizden, sokaktan, aileden. Ama diğer yanıyla büyük bir yabancılaşma. Aslında İstanbul’un sinemadaki temsili gibi İstanbul’un öyküdeki temsilidir. Yazar sesli düşünür, okurda bütün cevapları bildiğini zanneder. Ama yanılır.
Sonuç olarak
Kitapta öyküler birbiriyle geçiş halindedir. Son öyküde de birbirine bağlanır tüm öyküler. Öykülerde ağırlıklı olarak anlatılan üç kadının hayatları bir evde birleşir. Burada şehirli, güçlü, modern kadın tipi de eleştiri konusu olur. Sonuç olarak kadınlar kurtulamaz öykülerde. Yazar bir kapı aralığı, bir çıkış noktası bırakmaz. Kadınlar hâlâ kurtarıcı bekler. Çünkü bu yüzleşme bile onlar için yeterli değildir, belki de bu ipliğini pazara çıkartma durumu. Belki de yazarın bu iç sesi kadınları kurtarmaya yetmiyordur. Anladığım kadarıyla yazarın böyle bir derdi de yok. Bu durumu yazarın edebiyata bakış açısıyla yorumlamak da mümkün. Amacı eğiticilik olmayabilir. Ama yazarın bir derdi de olduğu açık. Yazar eleştiriyi, eleştirdiği kadın tiplerinin dili üzerinden kurmasaydı amacına daha yakın bir noktada duracağını düşünüyorum. Burada şu soru üzerine kafa yormakta fayda var kanımca.
Evet, daha başka nasıl anlatmalı?
Kaynaklar
- Şahiner, Seray, Gelinbaşı, 1. Baskı, Can Yayınları, 2007.
- Şahiner, Seray, Hanımların Dikkatine, 2. Baskı, Can Yayınları, 2013.
- Çiçekoğlu, Feride, Vesikalı Şehir, 1. Baskı, Metis Yayınları, 2007.