Mübarek Kadınlar adını vermiş yazar da kitabına. İlahi şu kadınlar diyesi. Öykülerde anlatılan kadınlarda hep bir hüzün ve yenilmişlik hali.
On üç öyküde kadın kahramanların hikayelerini anlatmış Gaye Boralıoğlu. Bir hüzünle okuyorsunuz tüm öyküleri. Mutlu son yok bu öykülerde, elbette karamsarlık da değil sizde bıraktığı. Erkek egemen dünyanın içine sıkışıp kalan kadın hikayeleri bunlar. Mübarek Kadınlar adını vermiş yazar da kitabına. İlahi şu kadınlar diyesi. Öykülerde anlatılan kadınlarda hep bir hüzün ve yenilmişlik hali. Kendini gerçekleştirememenin, erkek dünyasında kısılıp kalmanın, onların kurallarıyla dönen dünyanın cefasını çekmenin ağırlığını taşıyor bu kadınlar. Mükerrem Bey’in karısı, Pilavcı’nın karısı, Saime, Nurhayat Abla, Sacit’in karısı Hatice, Ali’nin karısı, Sabiha Nine…
Hikaye nerede ve hangi zamanda geçerse geçsin kadının yaşadıklarının acı bir paydası oluyor ne yazık ki. Yazar bize her biri farklı hayatların içinde savrulup giden Türkiye’den kadınların hikayelerini anlatıyor. Cinsiyetin yükünü taşıyan kadınlar bunlar. Kendi kendilerine konuşup duran, mırıldayan kadınlar. Hayal alemindeler sanki. İç sesleriyle sırdaş. Erkeğini anlamaya çalışan kadınlar. Hayatlarındaki erkeğin sıcaklığına sığınamadıkları, kendileri de olamadıkları hayatlar süren kadınlar. Böyle anlatınca ne karamsar oldu değil mi, en başta söylediğimle çelişircesine. Bu çelişki değil mi zaten yaşamımızın çatısı. Bir var etme çabası, edememe hali, ona rağmen yaşamaya çalışma. Ortak payda mı demiştik. Böyle bir şey olsa gerek.
Pepuk Kuşu adlı öyküde Sabiha Nine şöyle diyor: “Dünya dardır, içine sığayım istiyorsan kendini su yolu gibi belleyeceksin. Taşların üzerinden, çalıların arasından usul usul akmayı bileceksin. Kayayı seveceksin, ağaca tutunacaksın. Bu dünyada insandan insana ne hayır gelmiş, sen kendi özüne sığınacaksın.” Kadın işte bu öze sığınmaya çalışıyor. Sığınabiliyor mu? Sanmam. Bir unutma haline mahkum yaşıyoruz belki de. Başka türlü dayanamıyoruz. Sessizlikler suskunluklar. İç sesin dışında sohbetlerine eşlik edecek birini bulamayan kadınlar. Boralıoğlu, kadınların bu suskunluğunu ve iç seslerini, dışa vuramadıkları dünyalarını bize gösterebilmek için ustaca kullanmış. Kâr Etmiyor adlı öyküde en yakın arkadaşına aşık kadın kahraman, “Anlatılan her şey gerçeğin bir eksiğidir; ya da beş altı fazlası. Sahiden olanı on ikiden vurmak imkânsız bir şey. On ikiden vurup ne yapacağız o da ayrı konu. Yine de içimden bu hikayeyi olduğu gibi anlatmak geliyor şimdi.” diye başlıyor anlatmaya. Kitaptaki öyküler, edebiyat alanında da kendine yer bulmakta zorlanan, sesini duyamadığımız “kadın”ın çığlığı oluyor bir anlamda; onu “olduğu” gibi anlatan…