Düşün ki; biri, cumbalı ahşap bir evin taş merdivenlerine oturmuş ağlıyormuş. Dertli ve kederli olduğu suratından okunuyormuş. Hayatını sermiş önüne, düşünüp ayıklıyormuş. Açamıyormuş kimseye derdini ve konuşamıyormuş hıçkırıklardan, içinden yükselen seslerden. Titreşen göz kapakları acıyormuş akan her yaşta. Düşen her gözyaşı Güneş’ten bir parça gibi geliyormuş insana. Süzülürken soğuyup katılaşıyormuş lavlar, kalbinin üstünde birikiyormuş ve ondan habersiz, bir kuruntu, bir tortu çöküyormuş. Soğuk taşta kıçı üşüyormuş ve karnı ağrıyacakmış birazdan ama o kalkmayacakmış taştan, kendiyle hesaplaşmadan, hayatını damıtıp arıtmadan.
Ve sen geliyorsun, nereden geldiğin ve nereye gittiğin meçhul. Sadece yürüyorsun bu eski, daracık sokakta yürümüş olmak için. Mürekkep seni ...