Ben Kimim?

Özlem Şan
Direnmenin, insan olmanın sınırlarını, “kendilik” kavramlarını derinlemesine inceleyen bu romanlar, insanın iradesiyle ve kendiyle olan savaşını sahneleyen, insan olmak üzerine hayli düşündüren yapıtlar. Özellikle de “Ben kimim?” sorusunu okuruna sordurtan yapıtlar...

Milan Kundera Roman Sanatı Üzerine Söyleşi'sinde roman için, “Bütün zamanların bütün romanları ben'in bilmecesi üzerine eğilmişlerdir. Hayali bir kişilik, bir kişilik yarattığınız andan itibaren şu soruyla yüz yüze gelmiş olursunuz: Ben nedir? Ben ne ile kavranabilir?”1 der. Romanın ben'e dair soruları, hayali kişiliklerin başına gelenlerle, onların seçimleriyle, dönüşümleriyle birlikte okuru, kendini ve insanı sorgulamaya, anlamaya çalışmaya itiyor. Her roman bir şekilde bunu yaparken, Hüseyin Kıran'ın romanları Resul, Gecedegiden ve özellikle de son romanı Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır, başlıca bu sorular üzerine kurulmuşluğuyla bir cevap arayışının metinleri oluyor. Evet, arayış. Çünkü bu üç romanın kahramanlarının da bir arayışı var: Kendi olmak, salt kendi olmanın bir yolunu bulmak.
Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır'da “Beni bu dünyaya bağlayan şeylerle ilişkimi koparmalı, kendi saf evrenimin içinde yaşamaya başlamalıyım. Sonsuz sayıda bağla bağlı olduğum dünya, iyice net ki, kendimi kendim olarak, bu tek sahici yaşama hali olarak varlığımı sürdürmeme izin vermeyecek.” diyor baş karakter Ruhi Bey. İlk romanında ise, Resul yaslandığı ağaca özeniyor: “...o soylu sadeliğini iletiyordu, gücünü ve sadece ağaç olma bilgisini. Ben de tıpkı onun gibi sadece ben olmalıydım. Sadece Resul, sadece canlı, sadece kendim, kendimle eşit ve kendinden ibaret olmak ve bunu asla bilmemek.” Gecedegiden ise, insanlarla bağ kurmaktan kaçınan, insanların sümüksü ilgisinden uzak durmak için çabalayan, bunun için ona yaklaşıp içki uzatan insanı öldüren -gerçek bir ölüm olmasa bile, susturma edimi olarak temsili bir cinayet işleyen- bir karakter. Kendiyle kalmak onun en büyük isteği, böylece sessizlik gelecek, o saf kendi olacak.
Nietzsche, “Kendilik” kavramını, “...bir varlığın, başka bir şey değil de, kendisi olmasını sağlayan hâl, durum veya nitelik” olarak tanımlıyor.2 Kelimenin türetilmiş hali “Kendiliğindenlik” kavramını ise var olmak için başka bir şeye ihtiyaç duymayan, salt bağımsız olma durumu olarak tanımlayabiliriz. Bu haliyle bu kavram genellikle Tanrı ya da yaratanın niteliği olarak kullanılagelmiştir. Özellikle son romanında Hüseyin Kıran, Ruhi Bey karakteriyle, zaman zaman kendi evrenini yaratmaya koyularak, zaman zaman tebasına ışığı gösteren kişi olarak, “kendiliğindenlik” niteliğinin peşindedir.
Kıran'ın karakterleri, kendi olma arayışlarının yanı sıra, onları zaten “kendi başına” bırakan bir sistemin parçasıdırlar. Böylelikle istekleri, yalnız kalmış bireyin onu dışarıda bırakan sisteme karşı bir tepkisi olarak da okunabilir. Ancak buradan da bu karakterlerin toplumla kaynaşmak istediği, yalnızlık melankolisine kapıldığı düşünülmesin. Çünkü bu karakterler, sisteme dahil olmayan, direnen, itiraz eden, uyuşmayı reddeden karakterler. Kendilik isteği burada bireyin, ona adeta zorla dayatılmış insan olma halinden sıyrılma, böylelikle kendine yeten olabilme isteği olarak okunmalı. Bu tepki, bir direnme biçimidir. İnsanı ve insana dair olan her şeyi reddetmek, “insan” olmaya direnmektir. Aynı zamanda, onu oluşturan koşulları üreten bu çarpık sisteme, insanlığa da direnmektir.
Fakat “kendi olma” isteğini bir direnme biçimi olarak okusak bile, örneğin Resul direniş olarak tanımlayamayacağımız eylemlerde bulunuyor. Bir köpek gibi hareket etmeye karar veriyor. Bunun kendi olmanın bir biçimi olduğuna -bir süreliğine de olsa- inanıyor. Ancak köpeği taklit ederek direnmenin, kuşkulu bir durum olduğu açık. Nihayetinde taklit yalnızca taklit olarak kalıyor. Resul bir süreliğine “kendi olan” bir varlık olarak tanımladığı köpeğin taklidini yapmaktan öteye gidemiyor, üstelik park bekçisi tarafından kovalanıyor. Bir çatışmanın orta yerine düşüp yakalanıyor, nezarete atılıp işkence görüyor.
  Sartre, kaba varoluş olarak betimlediği bu hali “kendinde varlık” kavramıyla açıklar. Buna göre, insanın iradeyi reddederek ve kendisini aldatarak, bir nesne ya da herhangi bir varlık gibi davranması, böylelikle kendi ve başkalarına karşı sorumluluklarından kaçınması söz konusu. “O, zamandışı ve öyleyse de, değişmezdir: 'O ne edilgenlik, ne de etkinliktir'; o, ne zorunlu, ne de mümkün olup, sadece vardır, o saf olumsallıktır; o 'hem olumsuzlama ve hem de olumlamanın aynı ölçüde uzağındadır.'”3 Evet, tüm bu özellikler saf kendi olmak isteyen Resul'un istediklerine yakın fakat bu durumu sürdürememesi ve daha baştan bir aldatmayı tercih etmesi onu direniyor olmaktan ve tabii ki kendi halinde varlık olmaktan uzaklaştırıyor.
Kendine bir evren tasarlayan, yeni bir ben için yeni bir yeryüzü üretmek isteyen Ruhi Bey ise, akıl hastanesine kapatılmıştır. Resul ve Gecedegiden'in aksine sistemle hesaplaşmak zorunda kalandır. Bu her iki karakter de bu hesaplaşmanın içerisinde olsa da, Ruhi Bey hastanenin doktoru vasıtasıyla sistemle hep yüz yüze kalır. Sistem onu yakasından yakalamış, onu dönüşmeye, uyuma zorlamaktadır. Peki Ruhi Bey direniyor mu? Aslında, evet. O “deli” olmayı hep sürdürüyor. Ancak doktorla her görüşmesinde fikirlerinde bir değişiklik oluyor. Doktoru kendince anlıyor ve yorumluyor olsa bile, doktorun sözleriyle ona sistemin bilgileri veriliyor ve Ruhi Bey'de içselleştiriliyor.
Örneğin doktor, hastalığın doğanın bir parçası olduğunu söylüyor. Ardından doğaya bir keşif gezisi düzenliyor Ruhi Bey. Ve tabii ki doktora tepki olarak, “Şu yeryüzü parçası insanlığın geleceği için ne denli önemli bir misyon yüklendiğini biliyor muydu acaba?” diyor. Bir nevi direnmesini sürdürüyor ancak eylemleri doktorun sözleriyle dönüşüme uğruyor, hareketleri tepki olarak beliriyor. Doktora inat tüm gün boyunca hazırladıkları kalemleri kırması da bu tepkilerden biri. Bütün eylemleri istediği amaca ulaşamadığında, kendisinin ve tebasının aç bırakılarak cezalandırılmasıyla asıl yenilgisi başlıyor Ruhi Bey'in. Diğer hastalar onu, cezadan kurtulabilmek için doktora teslim ettiklerinde, yenilgisini kabul ediyor. Yaptıklarını silmek istiyor ve eylemleri böylelikle önemsizleşiyor.
Son sahnede Ruhi Bey tebaasına veda ediyor.  Bu sahnede, hastalardan -aynı zamanda onun tebaasından olan- Bayan Kıvılcım, kendisini unutmadığını, adını her yere yazdığını dile getiriyor. Ruhi Bey'in bu sözlere cevabı: “Benim adım meleklerin hizasına yazılıdır” oluyor ve son anda bile, aydınlatan olmaya devam ediyor. Fakat en başta, “Beni bu dünyaya bağlayan şeylerle ilişkimi koparmalı, kendi saf evrenimin içinde yaşamaya başlamalıyım,” diyen, “insan-biçimli varlığın dışında” olduğunu söyleyen kişi değil Ruhi Bey. Direnmiş fakat yola çıktığı istekle değil. Zaman içinde dönüşmüş, insanla (diğer hastalarla) bağı olan, kendi evreninde değil, bulunduğu dünyada  diğer hastalardan oluşan tebaya sahip bir Ruhi  Bey artık O. Dönüştü ve kendi olarak değil, kendine özgü biri olarak tebaasından ayrıldı.
Ben'in pekiştirilmesi, öznenin vurgulanması için kullanılan “Kendi” kavramı, bu üç kitabın ortak noktası olduğu kadar çelişkisi de. Her üç romanın da karakterlerini bazı durumların oluşturduğu, sistemin çarpık koşullarının ürettiği açık. Toplumun dışından, eylemleri ve düşünceleri tutarsız olan bu karakterler tam da böyle oluşlarıyla yeniliyorlar. Onları oluşturanı, onları o yapanı anlamadan, yeni bir “Ben” olmak istiyorlar. Kendilerini bilmeden yeni bir kendilik edinmek istiyorlar. Ruhi Bey, “Ben Kimim?” sorusunu aslında yeni bir benlik yaratmak için soruyor ve hemen ardından Tözsel İnsan olduğunu idda ediyor. Doktorla bir konuşmasında da, Eski Ruhi Bey'in öldüğünü söylüyor. Onun neden öldüğü ise açık değil.
Bu üç romanında karakterleri, bir nevi kurban. Hastaneye kapatılan, insanlar arasında istenmeyen, dövülen, kovalanan, nezarete atılan... Yani sürekli başlarına bir şeyler gelen bu kurbanların gözünden dünya, sistemin yapıp ettiklerinin bir sonucu olarak okunabilir. Bu yaralı benliklerin yeni bir ben olmayı istemesi doğal ancak ulaşabilmeleri mümkün değil. Bunu en iyi Resul karakterinde görüyoruz. Onun bize sezdirilen geçmişi, metin boyunca başına gelenler; onun kaybedeceğine -intihar edeceğine- işaret ediyor. Kıran, metnini tam da bu gidişata uygun olaylar zinciri ve alegorilerle oluşturuyor.
Gecedegiden'de ise direniş, bir cinayetle sona eriyor. Kendi yarattığı mahluktan zamanla rahatsız olması, onu hayatında istememesi sonucu, başarısızlığını kabul edip  onu öldüren Gecedegiden karakterinin son eylemi, yalnızca sessizliği beklemek. Metin boyunca Gecedegiden ve yarattığı varlık arasındaki uyumsuzlukları okura gösteren Kıran, aslında daha en baştan, mahlukun yaratılış anından itibaren romanın sonunda ona ne olacağına dair ipuçları veriyor. Yine Ruhi Bey'in sistemce elde edilişinin de gösterdiği, kendi olma isteğinin gerçekleşmediği. Bir direniş fikriyle yola koyulmuş, dönüşüme uğramış ve sistemin eline düşmüştür. Yani özünde toplumca yenik olan yine yeniliyor. Ancak Ruhi Bey'in ne yenilgisi ne de direnişi bizi ikna ediyor. Gecedegiden ve Resul'de yaşantı ve geçmiş -okura gösterildiği kadarıyla dahi olsa- sonlarını hazırlayan etkenlerle örülü. Oysa Ruhi Bey'in geçmişini bilmiyoruz. Onun nasıl biri olduğunu, değişimini, onu tüm bu sürece iten etkenleri bilmiyoruz. Resul Bey'in hikayesi insan soyundan ayrışmaya çalışması, kendi olmaya çabalamasıyla başlıyor. Başına gelen tüm olaylarda da yazar bize onun geçmişinden izleri göstermiyor. Böylelikle eylemlerinin nedenini çözemiyoruz. Elbette, onun akıl hastanesinde oluşu bizi, eylemlerinin nedenini sorgulamamaya itse de Ruhi Bey geçmişsiz biri olarak, nedensiz eylemleri ve ulaşamadığı amaçlarıyla boşlukta salınan bir karakter olarak kalıyor gözümüzde.
Burada bir ihtimalden bahsetmek gerek. Kıran kitabın 3. bölümünün başlığını “Ben Ruhi Bey İyi Değilim” olarak koymuş. Edip Cansever'in “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı şiirine bir gönderme olarak okursak, Ruhi Bey'in geçmişini bu şiirde bulabiliriz. Ancak metin boyunca şiire işaret eden başka göndermeler göremediğimiz için bu yalnızca bir varsayım olarak kalıyor. Bize Ruhi Bey'in geçmişi anlatılmasa bile, karakteri tip olmanın ötesine taşıyacak verileri romanın içerisinde yakalayabilmemiz gerekirdi. Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır'ın göze çarpan bu pürüzleri, onun Resul ve Gecedegiden'in gölgesinde kalmaya itiyor.
Hüseyin Kıran üç romanında da  kendi olabilme imkanının peşine düşüyor. İnsanı, insanın dışına çıkarak, sistemi, sistemin dışından karakterlerle eleştiriyor. Her seferinde de, kendi olmanın peşindeki karakter, kendine yeniliyor. Direnmenin, insan olmanın sınırlarını, “kendilik” kavramlarını derinlemesine inceleyen bu romanlar, insanın iradesiyle ve kendiyle olan savaşını sahneleyen, insan olmak üzerine hayli düşündüren yapıtlar. Özellikle de “Ben kimim?” sorusunu okuruna sordurtan yapıtlar...

 

1. Roman Sanatı, Milan Kundera, Can Yayınları, s. 35.

2. Paradigma Felsefe Sözlüğü, Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, s. 602.

3. Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, David West, Paradigma Yayınları, s. 234.